Ferhat ÖZBADEM
Kitap Tahlili: Buhranlarımız Ve Son Eserleri Said Halim Paşa
Kitap Tahlili: Buhranlarımız Ve Son Eserleri Said Halim Paşa
Müellif Said Halim Paşa, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunu, Prens Halim Paşa’nın büyük oğludur. 1863 yılında Kahire’de doğmuştur. İlk ve orta eğitimini Kahire’de özel öğretmenler tarafından almış Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca öğrenmiştir. Yükseköğrenimi için İsviçre’ye gitmiş, Lozan Üniversitesi’nde siyasal bilgiler okumuştur.
Eğitimi sonrası İstanbul’a gelmiş, Osmanlı Devleti’nde göreve başlamıştır. 1913’te 50 yaşında sadrazam olmuş, 1917 yılında sadrazamlıktan istifa etmiş, 1921’de 58 yaşında İtalya’da bir Ermeni komitacının silahlı saldırısına uğrayarak hayatını kaybetmiştir.
Çok okuyan, geniş kültür sahibi bir devlet adamı olan Said Halim Paşa kibar, alçak gönüllü, iyi ahlâklı, nazik ve dürüst bir kişi olarak tanınmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuklası olmamış, cemiyet içindeki aşırılıkları frenleyen ve özellikle Enver Paşa ile Cemal Paşa’yı denge halinde tutan bir siyaset gütmüştür. Cemiyetin önde gelenlerinin saygısızlıklarına karşı Sultan Reşad’ın yanında yer almıştır. Siyasî şahsiyetiyle birlikte mütefekkir kişiliği de büyük önem taşıyan ve İslâmcılık akımının en önemli fikir önderlerinden biri olan Said Halim Paşa, Batı medeniyetini ve sosyal hayatını yakından tanımasına rağmen kendi kültür ve medeniyetine bağlı aydın bir fikir adamı olarak kalmıştır.
Sait Halim Paşa Türkiye’de modern İslamcı düşüncenin gelişmesine önemli katkıları olmuş bir fikir adamıdır. 1919 yılında yayınlanan Buhranlarımız adlı kitabı yedi eserden oluşmaktadır. Bunlar Meşrutiyet, Mukallitliklerimiz, Buhran-ı İçtimaimiz, Buhran-ı Fikrimiz, Taassup, İnhitat-ı İslam Hakkında Bir Tecrübe-i Kalemiyye (İslam Aleminin Gerilik Sebepleri Üzerine Deneme) ve İslamlaşmak’tır. Paşa’nın bilinen diğer eserleri İslam’da Teşkilat-ı Siyasiyye, Mektupları, Buhran-ı Siyasimiz ve The Reform of Muslim Society’dir.
Eser, Said Halim Paşa’nın bütün eserlerinin cem edilmiş halidir. Sekiz kitap ve hatıratından bir bölüm olmak üzere toplam dokuz bölümden müteşekkil bir eser.
Said Halim Paşa bir İslamcıdır.
Said Halim Paşa’ya göre bir Müslümanın en büyük vazifesi hür olmaktır.
Kitap, Said Halim Paşa’nın hayatı ve eserleri ile ilgili verilen kısa bilgiler ile başlıyor. Hemen ardından Said Halim Paşa’nın vefatı üzerine Eşref Edip’in kaleme aldığı bir yazı paylaşılıyor.
Taassub Kitabı: Batı’nın İslam ve İslam Dünyasına düşmanlığının gerçek sebepleri ve arka planı irdeleniyor. Müslümanlardaki bir kısım taassubun sebebinin, Batı dünyasının Müslümanlara yaptığı zulüm ve haksızlıklar olduğu izah ediliyor.
Meşrutiyet 1911’de İstanbul’da kaleme alınmıştır. 1876’da kaleme alınan Kanun-i Esasi’nin neden hazırlandığı ve nelere zemin hazırladığı anlatılıyor.
Kanun-i Esasi ile Sultan Abdülhamid idaresi yıkıldı, fakat memleket saadete kavuşamadı.
İcra kuvveti, padişahtan alınıp, nüfuz ve itibarı olmayan, imtiyazları kötüye kullanan meclise geçti.
Memleketi yenilik ve ıslahat yoluna sokmak için yarım asırdır tatbik edilen metot yanlıştır.
Memleketin mesud olması için Avrupa kanunlarını tercüme edip almanın yeterli geleceğini zan ettik. Bu büyük bir hataydı.
İnkılapçılarımız, insanların kanun ve nizamlar için değil, kanun ve nizamların insanlar için meydana getirilmiş olduğunu hiçbir zaman anlamamışlardı.
Kanun-i Esasi anayasası büyük bir hatadır.
Bütün fenalıkları doğuran sebep, Batı medeniyetini anlamadan taklit etmemizdir.
Toplumların uğradıkları fenalıkların sebebi istibdattır.
Batıyı taklit eden anayasa, Osmanlı’nın siyasi ve sosyal yapısına uygun değildir.
Vazifemiz; her türlü taklitten uzak kalarak Osmanlı birliğini sağlam ve kuvvetli kılmak için aklın ve gerçeklerin bize göstereceği vasıtalara başvurmaktır.
Abdülhamid döneminde de Meşrutiyet döneminde de olumsuzlukların mesuliyeti ekseriyetle aydınlarındır.
Taklitçiliğimiz: Bir diktatörü zorla tahtından indirmekle bir millet hürriyetine kavuşmuş olmaz. Asıl lüzumlu olan şey, istibdadın tekrar geri gelmesini önlemektir.
Hürriyet; insanoğlunun hakikati arama ve adaleti gerçekleştirme yolundaki çalışmaların bir meyvesidir.
Şark’ı Garb’tan ayıran en görünür fark, Avrupa’nın putperestlikten Hristiyanlığa geçmesine rağmen, ruhbanlık ve asillik imtiyazlarının baskısı altında yaşamasıdır. Bu hal tabi olarak zulme ve sınıflar arası düşmanlığa sebep olmuştur.
Şark ise İslamiyet ile şeref bulduktan sonra ne ruhban sınıfın ne de asilzadeleri ve ne de bir başka keyfi imtiyazı tanımıştır. İslam milleti adalet ve eşitlik kanununa tabi olmuştur.
Her değişiklik, iyilik işareti değildir.
Hakiki bir yenileşme zamanla meydana gelir.
Fikir buhranımız: Aydınlarımız kendi memleketini tanımıyor.
Bizde yenisini kurmak için yok etmeye, Batı da ise yok olmaktan kurtarmak için düzeltip korumaya çalışır.
Zorla değişim yapmaya çalışmak zorbalıktır.
Metotsuz ve gayesiz olarak edinilen fikirler zararlı olur.
İlim kıyas ile beraber olursa faydalı olur.
İnsanlar gibi kanunlar da vatanları değişince mahiyetleri değişerek, bizi acı bir hüsrana düşürüyorlar.
Bugün edebiyatımızın ortaya koyduğu eserler ruhumuzun değil, bir takım yabancı fikirlerin neticesidir.
Eski ve yeni aydınları mukayese edersek, yenilerin daha çok zararlı oldukları anlaşılır.
Dün de bugün de ilerleyip gelişmemize engel, maarifteki geriliğimiz olmuştur.
Cemiyet buhranımız: Latin esasına dayanan tarzın benimsenip taklit edilmesi çok geçmeden aydın sınıfına haysiyet ve vakarını kaybettirdi.
Maruz kaldığı en şiddetli felaketlere rağmen varlığını koruyabilmiş olan Osmanlı cemiyeti, birkaç okullu nesil tarafından bozuldu.
Artık halk da, vaktiyle ayıpladığı aydın sınıfı gibi hatta ondan daha aşağı bir ahlak bozukluğuna ve geri dönülmez bir çöküntüye doğru sürüklenip gidiyor.
Bir insan topluluğunun, millet haline getirilebilmesinin, fertlerin müşterek his ve adetlerle, birbirine uygun fikir ve inançlarla, aynı gaye etrafında birlik halinde bulunmalarına bağlı olduğunun bilinmesi lazımdır.
Cemiyet bağları, mazide birlikte geçirilen hayat ile ecdattan kalan manevi ve fikri mirastan doğar.
Dine hürmet göstererek hükümlerini yerine getirmek en mühim sosyal vazifemizdir.
Kendi güzel sanatlarımızı, kendi musikimizi, kendi mimari üslubumuzu, kendi bedii eserlerimizi teşvik etmek içtimai vazifemizdir.
Sosyal vazifelerimiz, dinin esaslarında mevcuttur.
Maddeci düşüncenin Batıda çıkış sebebi, Hristiyanlık inançları ile yeni ilim ve fen zihniyetinin birbiriyle çatışması ve bunların uyuşmazlığına çare bulunamayışıdır. Hâlbuki İslam inançları için böyle bir imkânsızlık bahis konusu değildir.
Cemiyetin durumu, kendisini teşkil eden fertlerin ahlak ve zihniyetine bağlıdır.
En büyük noksanımız bilgi eksikliği değil ahlak eksikliğidir.
İnsanın hareket yolunu çizen, akıl ve bilgisinden daha çok ahlakıdır.
Çöküşümüzün neticelerinden biri de fenimizmdir.
Taassub: Avrupa, her yerin huzur ve rahatını yok etmiş, geçmiş medeniyetlerin asırlar süren gayret ve çalışma ile kurdukları siyasi ve sosyal dengeyi alt üst etmişlerdir.
Beşeriyetin dine olan meyli, fikri ilerlemesi ile beraber gelişmektedir.
Âlemde her şey tekerrürden ibarettir.
İslam’ın geri kalmamıza sebep olduğu hakkındaki kanaat, asılsız, boş ve yanlış bir düşünceden başka bir şey değildir.
Geriliğimizin sebebi, dine uymamız değil dine uymamamızdır.
Batıya olan düşmanlığımızın sebebi batıdır.
Batılıların bize olan düşmanlıklarının sebebi, Avrupa’nın medenileştirme! Siyasetine daima set çekmiş olmamızdır.
İslam dünyası neden geri kaldı? İlk sebep, İslam öncesi hayatın/cahiliye hayatının etkisidir.
Din hükümlerinin yanlış anlaşılıp yanlış tatbik edilmesi ikinci sebeptir.
Müslüman milletler, değişen zamanın zaruretlerini dikkate almamış, bu değişim ile ortaya çıkan yeni ihtiyaçların, yeni tefsir ve tatbik ile karşılanabileceğini anlayamamıştır. Bu da çöküşe sebep olmuştur.
Batıya olan nefretimiz, gelişmeleri takip etmemize mani olmuştur.
Halk ve aydınlar arasında uçurum olması gerilememizin başka bir sebebidir.
İslam, insanlık yoludur.
Müslümanın, Batıcı aydınlardan nefret etmesi normaldir.
Dinsizlik, Müslümanların ve İslam toplumunun başına gelebilecek felaketlerin en tehlikelisidir.
En iyi Müslüman, en iyi insandır.
İslam milletlerinin vazifeleri şunlardır: Özel vazifeler; ferdin ahlak ve fikir seviyesini yükseltmek, İslamin ahlaki, içtimai ve siyasi esaslarını tam ve daha mükemmel bir şekilde tatbike çalışmaktır. Genel vazifeler; diğer Müslüman milletlerle tam bir dayanışma içinde yaşayarak, onların hürriyet ve geleneklerine saygı gösterip, gelişip yükselmeleri için yardımda bulunmaktır.
İslamlaşmak: Müslüman milletlerin kurtuluşu ve saadeti, onların tam olarak İslamlaşmasına bağlıdır. İslam bir beşeriyet dinidir.
İslam tam olarak ne idealist ne de pozitivisttir. Fakat her iki görüş de onda mevcuttur.
İslamlaşmak; İslam’ın inanç, ahlak, yaşayış ve siyasete ait esaslarının tam olarak tatbik edilmesidir.
Herkesin hür olması demek herkesin eşit olması demektir.
İslam’ın siyaset esasları, kin, rekabet ve husumet gibi hislerden uzaktır.
Irkçılık yanlıştır.
Vazifeni yap, hakkını koru.
İslam devletinin siyasi yapısı: Bir Müslümanın en kutsal vazifesi hür olmaktır.
Batı için “Her yol Roma’ya gider”
İslam dünyası için ise “Her yol Mekke’ye gider”
İslam, insanı, Allah’tan başkasına boyun eğmekten, kul-köle olmaktan kurtarır.
Değerlendirme
Kitabın son bölümü Said Halim Paşa’nın Divan-ı Ali’ye verdiği cevaplarıdır.
Osmanlının son dönem münevverlerinden Said Halim Paşa’nın fikirleri ve düşünce dünyasını bir arada bir bütün olarak okumak imkânı sunan bu çalışma/eser kültür dünyamızın çok kıymetli eserlerinden biridir.
İslamcılık ekolünün ilk temsilcilerinden olan Said Halim Paşa’nın yazıları üzerinden İslamcılığın temelleri (ilk dönem görüşleri) anlatılıyor.
Osmanlının yıkılış döneminde sosyal, siyasi ve dini cereyanlar ile ilgili başlıklar derinlemesine işleniyor.
Eserde en dikkat çeken hususlardan biri de Said Halim Paşa’nın, İttihat ve Terakki fikriyatı ile örtüşen beyanlarının olmamasıdır. Hatta İttihatçıların fikirlerine zıt birçok fikrin olduğunu görüyoruz.