
BASİRET ( Kalp Gözü )
“Görme, idrak etme, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olma, sezgi” gibi anlamlara gelen basîret kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de genel olarak “görme” anlamı yanında özellikle “hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği” mânalarında kullanılmış ve bu bakımdan mânevî körlük veya dalâletin zıddı olarak gösterilmiştir. (Suleyman Uludağ, Basiret md.).”De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz? “. (Enam, 6/50). Peygamberin vazifesi, her isteyenin istediği istikamette harikulâde şeyler yapmak, istedikleri zaman onlara mucize göstermek değil, sadece Rabbinden kendine indirilen vahye tâbi olmaktır. Kör ile gören bir değildir. Körden maksat sapıklığa düşen, görenden maksat doğru yol üzere olandır. Şu halde vahye dayanmayan amel, kör kimsenin ameli gibi, vahye uygun yapılan amel ise gören kimsenin ameli gibidir.
“Şüphesiz size Rabbinizden gerçeği gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açıp gerçeği görürse faydası kendisine; kim de gözünü kapatıp körlük yaparsa zararı kendisinedir. O halde de ki: “Ben sizin başınızda bir koruyucu ve bir gözetleyici değilim.” (Enam, 6/106). Basâir, “basîret” kelimesinin çoğuludur. Göze göre görme ne ise, kalbe göre basîret de odur. Basîret, Allah’ın kalplere yerleştirdiği ilâhî bir nurdur. İnsanın görmesine sebep olan görme nûruna “göz” denildiği gibi; kalbin görmesini sağlayan ve dilimizde “kalp gözü” diye de bilinen idrak edici kuvvete de basîret denilir. Bu kelime, özellikle insandaki akıl, zekâ, anlayış ve firâsetin gizli veya açık herhangi bir işi büyük bir dikkat ve nüfuzla gerektiği şekilde kavrayabilecek derecede açık ve parlak olması halini ifade eder. Bununla beraber basîrete, “delil, hüccet, burhan, şâhit, iman nazarıyla ibret alınacak hidâyet sebepleri” gibi mânalar da verilmiştir. Çünkü bunlar, kişinin anlayış gücünü kuvvetlendirir, basîret ve idrakinin açılmasına vesile olur. Aslında basîret, ilâhî sıfatlardan biri olan basarın kullardaki tecellisidir. Bu tecelliden nasibi olmayanların gözlerinde perde vardır. “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de kalın bir perde bulunmaktadır ve onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara 2/7) ve bu sebeple gerçekleri göremezler. “Onların önlerinden bir set, arkalarından da bir set çektik, böylece gözlerini perdeledik; onlar artık göremezler.” (Yâsîn, 36/9).
“Sen onlara bir mûcize getirmediğin vakit, “Onu da derleyip toplasaydın ya!” derler. De ki: “Ben sadece rabbimden bana vahyedilene uyarım. İşte bu Kur’an, rabbinizden gelen kanıtlardır, inanan bir topluluk için hidayettir, rahmettir.” (A‘râf, 7/203). Âyetin metninde Kur’an-ı Kerîm’in “basâir, hüdâ ve rahmet” şeklinde üç özelliği sıralanmakta; böylece Kur’an-ı Kerîm’in, insanoğlunun üç büyük arayışına, ihtiyacına cevap verdiğine işaret edilmektedir. “Kanıtlar”diye çevirdiğimiz besâir kelimesinin tekili olan basîret, genellikle “gerçeğin ortaya çıkmasını, açıklığa kavuşmasını sağlayan şey, bilgi, kesinlik, delil, kanıt” şeklinde açıklanmaktadır. (Kuran Yolu Tefsiri). İnsanların gerçekleri görmelerine ışık tuttuğu için Kur’an âyetlerine de besâir (basîretler) denilmiştir. “Artık onlar sağırlardır, dilsizlerdir ve körlerdir; bu yüzden geri de dönemezler.” (Bakara, 2/18). Kur’an küfür, nifak, hırs, kin gibi olumsuz inanç ve duygular yüzünden kalp gözü körleşmiş ve basîreti bağlanmış kimseleri “körler” olarak tanımlanmaktadır. Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır. (A‘râf 7/179). Allah insanlara gerçekleri, iyilik ve güzellikleri görme, işitme, anlayıp kavrama yeteneklerini vermiş olmasına rağmen öyleleri vardır ki onlar bu yeteneklerini yaratılış amacına uygun bir şekilde ve doğru olarak kullanmazlar; bu sebeple de cehenneme atılmaları sonucunu doğuracak olan yanlış inançlara sapar, kötü işler yaparlar. Burada bu tür insanlar “kalpleri olup da bununla idrak edemeyenler” olarak tanımlanmış, “Hidayete ulaşma hususunda onlara yalvarsanız sizi duymazlar, sana bakıyorlar zannedersin, oysa görmezler.”(A‘râf 7/197) bu âyette ise “bakar körler” olarak tanımlanmıştır. Kur’an inananları basîretli, inkârcıları kör sayar. Kur’an’da kendilerinden ülü’l-ebsâr (Haşr 59/2), ülü’l-elbâb (Zümer 39/9), ülü’n-nühâ (Tâhâ 20/54) diye söz edilen basîret sahipleri hislerine kapılmadıkları ve nefislerini günahlarla kirletmedikleri için maddî ve mânevî hakikatleri olduğu gibi görür ve ona göre hareket ederler.
Hz. Peygamber, “Ruh bedenden ayrıldığında görme gücü de (basar) onunla birlikte gider” (Müslim, “Cenâʾiz”, 7, 9) buyurmuştur. Bu hadis basîretin beş duyudan biri olan görmenin ötesinde ruhî bir meleke olduğunu ifade etmektedir. “Basiret” terim olarak, ilâhi nurla aydınlanmış kalbin hakikatleri görme kabiliyeti olarak tanımlanır. Bedendeki göz eşyanın suretini görür; kalp de eşyanın hakikatini, iç yüzünü görür. Filozoflar bunu “nazarî akıl” olarak isimlendirmiştir. Tasavvuf âlimleri bu gücü “kalp gözü” olarak ifade etmişlerdir. Basîret kalbin nurudur. Kalp bu nur vesilesiyle hakikati görmektedir. Hz. Aişe Yâ Resûlallah! Vitri kılmadan mı uyuyorsun? diye sordum. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Âişe! Benim gözlerim uyur ama kalbim uyumaz.” (Buhârî, Teheccüd 16, Terâvih 1, Menâkıb 24). Bütün bunlardan basîretin ruhî bir meleke olduğu ve peygamberler gibi inanç ve amel dünyası gelişmiş insanlarda bu melekenin güçlü bir şekilde tezahür ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim sâdık rüya bu melekenin sonucudur.
Kur’an bu kavramı, andığımız kökten türeyen ve kafa gözü anlamına gelen basar (çoğ. ebsar) kelimesi ile beraber de kullanır. Bu kullanımda kafa gözünün insana, basiretin Allah’a izafe edildiği dikkat çeker. İslam din bilginleri buna dayanarak basireti kalp gözü olarak tanımlamışlardır. Basiret; ilim, zekâ, tecrübe ekseninde doğru ve ölçülü bakış, uzağı görme, kalp ile görme ya da gönül gözüne işaret eder. Erdemler ekseninde bir hayat süren, maneviyatını geliştiren insana Allah tarafından verilen bir özellik niteliğindedir. Basiret, seçilmesi gereken şey ile sakınılması gereken şeyi belirlediğinden, risk ve karar almayı gerektirir. Basiret ancak saygın bir amacın hizmetinde olursa kendisini gerçekleştirir. Ahlâki bir hayatta iyi niyet bir garanti değil; vicdan iyiliği de özür (kusur) değildir. Ahlaki bir hayatta tek başına iyi niyet yapılan işlerin sonucunun da iyi olacağının garantisi olmadığı gibi, iyiniyetin kendisi de kötü, eksik veya olumsuz bir şey de değildir. Aynı zamanda zekâ ve aydınlık bir bilinç gereklidir. Basiretin öngördüğü şey de budur.
Basiret; duyular üstü bir görmedir. Bu bir anlamda kalbin görmesi ya da kalbin bir şeyi idrak edip anlamasıdır. Baştaki göz, fizik şartları hazır olduğu zaman (ışık, görme duyusu, boyut ve mesafe) cisimleri ve eşyayı görür. Kalp ise bu fizik şartlara bağlı görmenin ötesinde, eşyanın ötesini anlayabilme, sonsuza uzanabilme yeteneğine sahiptir. Basîret aynı zamanda delillerle ikna olmuş kalbin akidesidir. Basîret derin kavrayış ve ibret manasına da gelir. Bu derin kavrayış ve öz anlayış sayesinde elde edilen sonuçla hareket etmeye ‘basîretle hareket etme’ denir. Bu ‘basîret’ her insanda potansiyel olarak vardır. Türkçe’de ‘gönül’ adı verilen baş ve onun manevi gözü olan ‘gönül gözü, kalb gözü’ işte budur. Baştaki göz görmek için nasıl ışığa muhtaçsa, gönül gözü de görmek için manevi ışığa muhtaçtır. O da Kur’an’dır.
Basîreti üç maddede açıklamak mümkündür: 1). Basîret göze karışık gelen durumu aydınlığa kavuşturan âmildir. Bu somut şeylerde görülür ve ayırdedici alâmete (basirete) muhtaçtır. 2). Akla karmaşık gelen durumu açıklığa kavuşturan âmildir. Bu soyut şeylerde görülür ve bunun da açıklığa kavuşması için kanıta, beyâna yani basîrete ihtiyaç vardır. 3). Aklın ve gözün bir rolünün olmadığı basîret. İbadete ilişkin hüküm koymada böyle bir durum vardır. Burada, Allah’ın teşri’ine (hüküm koymasına) ihtiyaç vardır. Tekrar hatırlayalım ki, beden gözüyle algılamaya, görmeye ‘basar’, zihin melekeleriyle algılamaya ‘basiret’ denir. Bir başka deyişle ‘basar’ görmeyi ve görme gücünü ifade ederken, ‘basîret’ görmeyi sağlayan nûr’u, derin kavrayışı ifade etmektedir. Vahiy veya Kur’an da basîrettir. Kur’an âyetlerine, insanların gerçeği görmelerine yarayan belge ve delil oldukları için onlara ve yukarıda geçen her üç çeşit basîreti içerdiğinden dolayı “besâir-basiretler” denmiştir. Allah’ın kâinattaki (kevnî) ve Kur’an’daki (kavlî) âyetleri, insanın gerçeği görmesini, kalp gözünün açılmasını sağlayan nûrdurlar. Bunları görmemek, bunlarla kalbi aydınlatmamak, bunlarla hakikete ulaşamamak tek kelime ile körlüktür.
Çıplak gözle görebilmek için, ışığa ihtiyaç vardır. Işık ile göz arasına bir engel koyarsanız, görme fonksiyonu işlevsiz hale geldiği için, görme eylemi gerçekleşmez. Ayni şekilde “kalp gözü” işlevsiz olunca, “basiret bağlanması” dediğimiz durum ortaya çıkar. Basireti bağlanan kişi, realiteyi göremez, hissedemez ve yanlış kararlar verme ihtimali ağır basar. Basiretin bağlanması, basiretin tutulması şeklinde de düşünülebilir. Bu durumda da basiret dediğimiz “kalp gözü” ile gerçeği görme, hissetme arasına bir engel, bir mania girmektedir ve basiretimiz bağlanmakta ya da tutulmaktadır ki, gerçeği göremiyor ve hislerimiz köreliyor. Basiretimizi bağlayan ve hislerimizi dumura uğratan bu engeller, kanaatimizce aşırı sevgi ve/veya aşırı nefret ile haset gibi duygulardır. Bir insan aşırı derecede sevildiğinde, onun hiçbir hatası görülmez. Aksine, bir insan aşırı derecede nefret edildiğinde de onun hiçbir iyiliği görülmez. Onun için, aşırı uçlarda gezmek her zaman tehlikelidir. “Orta yol, Vasat yol”, en ideal yoldur. Hayatımızı, orta yol üzerine inşa etmek geleceğimiz açısından son derece önemlidir.
“Basiret”, ilmi değerlendiren bilinçtir! Onun için basarla (gözbebeği) değil, “basiret”le bakmak lâzım. Onun için de Peygamberimiz diyor ki; “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!..” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663).” Rabbimizi fark etmemiz gerekiyor öncelikle. Tüm varlıklara da bu nazar ile bakmamız şart. Her şeyi Rabbimizin yarattığını ve her varlığın Rabbimize hizmet için var olduğunu bilerek ancak basiret sahibi olabiliriz. Çok”tan “TEK”e bakanlar, asla gerçeği farkedemeyecekler!. Körlüğün sebebi de bu bakıştır!. “De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah‘tır.” De ki: “Öyleyse, O‘nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?” De ki: “Hiç görmeyen (a‘ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?” Yoksa Allah‘a, O‘nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: “Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır.” (Ra‘d Suresi, 16). Bilinç, basireti Allah ın “İlim Sıfatı”ndan alır! Basar da Allah ın “Zâhir” esmâsından aldığı şekilde hükmünü icra eder. “Bakmak” ayrı şeydir; “görmek” ayrı şeydir!. Herkes “bakar” ama bazıları “görür”!. “Basar”, bakar; “basiret” görür!. Yani “görmek”ten murad gördüğünün anlamını çözüp onu değerlendirmektir.
Beş duyunun verdiği madde kabulünü bir yana bırakıp, boyutsal idrâklara yönelirsek; zulmet, karanlık perdeleri yavaş yavaş basiretimizden kalkmaya başlar. “Allah ım, bana eşyanın hakikatını göster.” şeklindeki Rasûlullah (sav)’ ın ettiği dua, hakikatta bize bir gerçeği vurgulamak gayesindedir. İman nûru olan kişide basiret açılır! İman nûru, kişinin basiretini açtığı içindir ki o kişi, “Doğu da Allah’ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın zâtı oradadır. Şüphesiz Allah(zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir” (Bakara 2/115) âyetinin işaret ettiği mânâ ile varlığa bakar ve her kişide, her varlıkta Allah ın vechini, varlığını müşahede eder ve Allah ın vechini müşahede etmenin gerektirdiği edep ile hareket eder, isimle, resimle perdelenmez. Öncelikle Rabbimizi ve yaradılmış her şeyi sevmemiz gerekmektedir. Her şeye öncelikle sevgiyle bakmanın yol ve yöntemlerini aramalıyız. “Nefsim yed‘i kudretinde olan zata yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız! Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yaygınlaştırın!” (Müslim, İman 93; Ebu Davud, Edeb 142; Tirmizi, İsti‘zan 1).
Selim bir akıl ve kalp gözü açık bir basiretle hayatı inşa etmek, hayata bir anlam ve katma değer katar. Sezai Karakoç’un dediği gibi, “Geceye yenilmeyen her kişiye ödül olarak bir sabah, bir gündüz ve bir güneş vardır.” Bu ödülün farkında olmak, farkın farkına varmak bir meziyet ve düşünen insanlar için bir ayrıcalıktır. Basîret ilâhî bir nur ve hakkın batıldan ayırt edilmesine yarayan bir bilgidir. Kalplerinde bu özellik bulunmayan kimseler hakkında Allah Teâlâ “Onların kalpleri vardır ama onunla gerçekleri anlayamazlar ” (A’raf, 7/179) buyurmuştur. Basîret Kur’an-ı Kerîm’de tekil şekliyle iki yerde geçer: 1) -“Ey Muhammed! De ki, benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar basiretle insanları Allah’a çağırırız.” (Yusuf,12/108). Burada basiret açık delil, kesin bilgi manasında kullanılmıştır. 2) -“Özürlerini sayıp dökse de insanoğlu kendi kendine şahiddir ” (Kıyamet, 75/14) ayetinde şahit manasına kullanılmıştır. Görme yani basar hem insanlarda hem hayvanlarda olduğu halde basiret duygusu sadece insana verilmiştir. Etraftaki eşyayı, uzaktaki bir cismi iyi ve mükemmel bir şekilde rahatça gören gözler olduğu gibi, bunu çok az görenler de vardır. Aynı şekilde eşyanın hakikatini tam anlamıyla idrak eden fevkalâde basiret olduğu gibi bu eşyanın gerçeklerini göremeyen kalp gözleri de vardır. İnsanın kötülük ve ahlâksızlıklara dalması onun basîretini bağlar. Fakat Allah’a itaat, salih bir amel, mükemmel ve gerçek bir tevhidi akide, mümine üstün bir basiret verir. “Mümin’in ferasetinden korun, zira o Allah’ın nuru ile bakar.” (Tirmizî, Tefsir Suretu’l-Hicr, 6)
Basiret sahibi bir mümin başkalarından önce kendi kusur ve eksikliklerini görür. Rasulullah (sav) şöyle buyurur: “Allah bir kulu hakkında iyilik murad ederse, ona, kendi kusurlarını görme kabiliyetini verir.” (Müslim, Kader, 4,5). “Ey basiret sahipleri, ibret alınız.” (Haşr, 59/2) ayeti, insanın ilerisi için daha tedbirli davranıp, Allah’ın emirlerine ters düşmekten sakınmasını sağlamak maksadıyla yapılan bir hatırlatmadır. Bu da müminin basiretini gösterir. İman bir basirettir. Basireti açık olanlar Allah’ın dinine ve hükümlerine talip olurlar, onu kabul eder ve ona sarılırlar. Basireti kapalı olanlar da Allah’ın nizam ve hükümlerine sırt çevirirler.