CEHALET
Arapça cehl kökünden türemiş olan cehalet ile ism-i fâil kalıbındaki cahil (çoğulu: cühelâ) kavramları biri zihinsel diğeri ahlakî olmak üzere iki farklı kullanım alanına sahiptir. Zihinsel açıdan ilmin zıddı olup herhangi bir konudaki genel veya kısmî bilgisizliği ifade eder. Ahlakî alanda ise “kibir, saldırganlık, haşinlik” gibi mânalar barındırır. Kur’an âyetlerinin dördünde “cehalet”, dördünde “cahiliye”, on altısında da aynı kökten muhtelif isim ve fiiller şeklinde geçmektedir.
“Andolsunki onlara ‘Gökleri ve yeri kim yarattı’ diye sorsan ‘kesinlikle Allah’ derler” ön bilgisinden sonra “Doğrusu onların çoğu cahildir” (Lokmân 31/25) tahsisiyle imanın bütün şubelerini, bölümlerini benimsemedikleri, iman etmedikleri, bir kısmını kabul edip bir kısmını inkâr ettikleri vurgulanmaktadır. Buna göre Cehalet kavramına Kur’an’da vahyi ve hakikati kabul etmeme anlamı verilmiştir. “Biz onlara melekleri indirseydik, ölüler onlarla konuşsaydı, her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik dahi Allah’ın diledikleri hariç inanacak değillerdi. Çünkü onların çoğu cehalet içerisindedirler” (En‘âm 6/111). “Hidayete ermeleri konusunda onlara yalvarsanız sizi duymazlar, sana bakıyorlar zannedersin ama görmezler. Sen af yolunu seç, iyiliği emret ve cahillere aldırma!” (A‘râf 7/199) Bu âyetlerde onların bu durumu daha da ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Ömrü boyunca İslamiyet’in getirdiklerine başından itibaren şiddetle karşı çıkan, Kureyş’in önde gelenlerinden Amr b. Hişâm’ın Ebü’l-Hakem künyesini Hz. Peygamber’in Ebû Cehil (cehaletin babası) diye değiştirmesi bu bağlamda düşünüldüğünde ziyadesiyle anlamlıdır.
Cehalet kavramının günah ile de ilişkisi de söz konusudur. Hz. Yûsuf’un kendisini günaha çağıranlar karşısında Allah’a dua ederek, “Kurdukları tuzağı boşa çıkarmazsan onlara meyleder ve cahillerden olurum”(Yûsuf 12/33) demesi, aynı şekilde kendisine ve Bünyâmin’e yaptıkları eziyetleri kardeşlerinin yüzüne vururken "Yûsuf, “Siz, cahilliğiniz yüzünden Yûsuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz? dedi bunu “cahillikleri sebebiyle” gerçekleştirdiklerini beyan etmesi (Yûsuf 12/ 89) bu ilişkiyi göstermektedir.
Ahlakî içeriği ile kullanılan cehl ve cehalet kavramları Kur’an’da ve hadislerde saldırganlık, öfke, şiddet, serkeşlik, haksızlık gibi ahlakî kötülükleri tanımlamaktadır. Furkān sûresinde Allah’ın iyi kullarının faziletli davranışları anlatılırken,"Rahmân’ın has kulları yeryüzünde vakarla yürüyen, cahiller onlara laf attığı zaman, “selâm” deyip geçen kullardır. (Furkān, 25/63) buyurulmuştur. Âyetin metninde müslümanın niteliği anlamında kullanılan “hevn”, tefsirlerde ve diğer kaynaklarda genellikle “sekinet, vakar, leyn (yumuşaklık), rıfk” gibi kelimelerle ve hepsini kuşatan “hilm” ile açıklanmakta, bunların âyette müşriklere yüklenen cehalet sıfatının karşıtı davranışların özelliğini ifade ettiği belirtilmektedir. Cehaletin bilgi merkezli tanımı dışındaki kullanımına hadislerde de rastlanmaktadır. Hz. Peygamber oruçlu müslümanlara tavsiyede bulunurken, “Biri ona karşı bir cahillik ederse oruçlu olduğunu söylesin” (İbn Mâce, “Sıyâm”, 21) sözleriyle kelimenin “küstahlık ve sataşma” mânasını kastetmiştir.
Cahil; Bilgisiz olan, bir şey hakkında yeterli ilme ve bilgiye sahip olmayan, bir şeyin önemini gereği kadar fark edememiş olandır. Genelde cahil deyince hepimizin anladığı ilk mana budur. Çok ilginçtir, Kur’an böyle bir cahilliği çok da kınamamakta, bilgisizlikten dolayı yapılan yanlışların Allah tarafından af edilebileceğini söylemektedir. "Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden pişmanlık getirenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir." (Nisa 4/17). "...Gerçek şu ki, sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar da ardından tevbe edip kendisini düzeltirse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (En’am 6/54). (Ayrıca bkz. Nahl 16/119; Hucurat 49/6).
Cahil; Allah’ın emirlerine karşı soğuk davranan, o emirleri basite alıp gereğince önemsemeyen ve daha da kötüsü o emirlerin üzerine başka sözler söyleyendir. Allah’ın emirlerini beğenmeyendir. (Bakara 2/67). Cahil; Etrafında kendisine hakkı ve hakikati anlatan binlerce ayet, işaret ve mucize olmasına rağmen halen olağanüstü işler bekleyendir. (En’am 6/35, 111). Cahil; İyiliği emretmeyip, kötülükten alıkoymayan, insanların hatalarını bağışlamayan, müsamaha ve hoşgörü ile etrafındakilere muamele etmeyendir. (Araf 7/199). Cahil; Hakkında kesin bilgileri olmamasına rağmen zanna dayanarak bazı şeylerin peşine düşen ve elde ettiği eksik bilgiler üzerine hükümler bina edendir. (Hud 11/46). Cahil; Şehvet ve nefsanî arzularının peşinde koşan, insanı ayartan iç güdülerinin esiri olandır. (Yusuf 12/33). Cahil; Emanete ihanet eden, kendisine teslim edilen her ne ise, onu koruyup gözeteceği yerde, umursamayıp zayi edendir. (Ahzab 33/72). Cahil; Allah’a ait bir alanı başka şeyler ile paylaşan, bu paylaşımı meşru göstermeye çabalayan ve başkalarının da böyle yapmaları için teşvik edendir. ( Araf, 7/138; Zümer 39/64). Cahil; Sosyal hayatta olan biteni tam anlamı ile anlamayan ve insanların dertlerini çözüme kavuşturmak için uğraşmayandır. (Bakara 2/273). Cahil; Allah’ın başkasına bahşettiği bazı güzellikleri çekemeyerek kıskanan, kendi elinde bulunan nimetlere şükür edeceği yerde, başkalarının elinde bulananları hazmedemeyendir. (Yusuf, 12/89). Cahil; Başkalarına dil uzatan, kendisi salih bir amel ortaya koymadığı gibi, güzel iş yapanlara engel olan ve güzelliği ortadan kaldırmak için ona-buna çelme takandır. (Furkan, 25/63). Cahil; Boş ve faydasız söz, iş ve düşüncelerin peşinde olan, nerede nasıl davranacağı belli olmayan, kendini bilmez ve taşımaz bir hayatın sahibi olandır. ( Kasas, 28/55).Cahil; Gönderilen elçilerin mesajlarına karşı kulak tıkayıp onları işitmeyip, anlamayan yada anlamasına rağmen anlamak istemeyendir. (Hud, 11/29; Ahkaf 46/23).
Cahiliye dönemi anlayışına yönelik yoğun uyarı ve kıyaslamalar öne çıkmaktadır. Habeşistan’a hicret edenler adına Necâşî’ye geliş sebeplerine dair açıklama yapan Ca‘fer b. Ebû Tâlib’in, “Ey hükümdar! Biz Cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Putlara tapar, fuhuş yapar ve ölü hayvan eti yerdik. Akrabalık bağına riayet etmez, komşularımıza fenalık ederdik. Güçlü olanlarımız zayıfları ezerdi” sözleri o dönemi resmetmektedir. Diğer taraftan sahâbeyi kiramın İslamiyet’in Cahiliye dönemindeki örf ve âdetleri kaldırdığını söylerken dile getirdikleri Cahiliye kibir ve taassubu, putperestlik, kabilecilik anlayışının sebep olduğu bitmek bilmeyen çekişme ve savaşlar, kan davası, bilhassa kadınlara ve zayıflara yönelik vahşet de bu resme eklenmelidir.Görüldüğü gibi cahiliye tabiriyle o dönemdeki bilgisizlik değil daha ziyade bilgisizliğin doğurduğu kargaşa, ahlakî yaptırımın bulunmayışı, toplumda haksızlıkların had safhaya çıkması gibi olgular kastedilmektedir.
Mana bakımından cehl kavramına hilm kelimesinin karşılık geldiği görülmektedir. Hilm, kişide bu "cehl'in patlak vermesini engelleyebilecek gücün olması halidir. En sert tepkilerini ve çalkalanmalarını kontrol altına alabilen kişiye "halim" denir. (Toshihiku Izutsu, Kuran’da Allah ve İnsan). "O zaman inkar edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi." ( Fetih, 48/26). Âyeti kerime putperest Araplar'ın Allah’ın gücü karşısında boyun eğmenin tahammül edilemez bir alçalma olduğu hissinde olduklarını, bu sebeple onurlarını ciğnememeye yönelik güçlü bir arzu ve ihtiyaç duyduklarını ve Allah'a karşı boyun eğmeyi bu sebeple reddettiklerini bildirmektedir. Onlar kendileri üzerinde ilahi ya da beşeri hiçbir güç ve yetki tanımak istememektedirler. Herhangi bir otoritenin emrine girmek ve kendilerinden bir şey yapmalarını istemek onlara göre aşağılanmadır. Zira kafirlerin kalpleri, Allah'ın elçisine olan öfkeleri sebebiyle "hamiye" yani kaynamaya yüz tutmuş kazanlar gibidirler. Onların bu Cahiliyye ahlakları ve kibirli duruşları, -beşeri duygularını, fikri ve ruhi prensiplere bağlayan hiçbir düşünsel bilinç olmaksızın- kabile ve aşirete bağlılıklarını, ayrıca asabiyet duygularını da harekete geçiren temel etkendir. Dolayısıyla insanların hangilerinin "cehl", hangilerinin de hilm vasfıyla niteleneceği ortaya çıkmış buluyor. Bu tür bir cehl, cehl kelimesinin anlamlarından biri olan ilmin olmayışı mânasından çok, kiside kontrolün olmadığı bir davranış tarzını ifade etmektedir. Halim ise bu anlamda cahilin tam zıddı olarak karşımıza çıkar ve tahrik esnasında duygularını kontrol edebilen, duygularını bir çalkantiya sebep olmadan teskin eden kimseyi ifade eder. (Toshihiku Izutsu, Kuran’da Allah ve İnsan).
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, cehalet bilgi eksikliğinden çok, hilm'in zıttı olarak karşımıza çıkmaktadır. Cehl ve cehalet kuralsızlığı, otorite tanimamayı, emrine girmemeyi, hiç bir güce ve yetkiye boyun eğmemeyi, kibirli duruşu, beşeri duygularını, fikri ve ruhi prensiplere bağlayan hiçbir düşünsel bilinç olmaksızın, kabile ve aşirete bağlılıklarını, ayrıca asabiyet duygularını da harekete geçiren temel etken olarak tanımlamak daha uygundur. Cahil insan, kendi sahip olduğu bilgileri kesin doğru kabul eden, onun dışındaki bilgileri değerlendirmeye bile gerek duymadan reddeden bağnaz kimseyi tanımlamaktadır. Sahip olduğu düşüncelerin değerlendirilmesine bile tahammül etmez. Başka düşüncelerin değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmez. Zira sahip olduğu düşünce dışındakiler yanlıştır. Bu tür insanlar bağnaz, tutucu hatta saplantılı kişiliklerdir. Bu özellikleri sahip oldukları düşüncenin doğruluğundan daha ziyade çıkar ve menfaatlerini öne çıkarmaları nedeniyledir. Tarih boyunca bu tür insanlar bulunmuştur, bulunmaya da devam edecektir. Bunların önemli örneklerinden biri Ebû Cehil ismiyle tanınan kişidir. Asıl adı Amr b. Hişâm olan bu kişi Kureyş’in Mahzûm koluna mensuptur. Ebü’l-Hakem olan künyesi İslâmiyet’e düşmanlığı sebebiyle Hz. Peygamber tarafından Ebû Cehil (Cehaletin babası) şeklinde değiştirilmiştir. Dârünnedve üyesi olan Ebû Cehil, Rasûl-i Ekrem’in davetine başından beri karşı çıkmış ve müslümanlar aleyhinde hazırlanan bütün komplolarda yer almıştır. Velîd b. Mugīre ile Ebû Cehil, kendi kabilelerine mensup olmayan birinin peygamberliğini hazmedemedikleri için Hz. Muhammed’e inanmayacaklarını açıkça söylemişlerdir.
Bu kişi İslâm’a ve Müslümanlar'a en şiddetli düşmanlık yapan bir kimsedir. Bu düşmanlığını gizlemeyen, açıkça ve aleni olarak yapmış bir karakterdir. Bu insan hayatını İslâm ile mücadeleye adamış bir insandır. Mücadelesinde hep asabi, saldırgan, karşı tarafı dinlemeden mahkûm eden bir tavır sergilemiştir. Hz. Hamza'nın müslüman olmasında ki olayda da sürekli peygamberimizi suçladığını görüyoruz. Bir defasında peygamberimize, "Ey Muhammed! Senin yalancı olduğunu söylemiyorum. Sen dürüst bir insansın. Ancak söylediklerin doğru olamaz" anlamında çelişkilerle dolu bir cevap verdiğini görüyoruz. Hicret esnasında Peygamberimize suikast düzenledikleri zaman müşriklerin kıymetli ve değerli eşyaları O'nun yanında idi. Öldürmek istedikleri, suikast düzenledikleri bir insana değerli eşyalarını teslim etmek normal bir davranış değildir. Bütün bunları izah etmek, anlamlandırmak mümkün değildir. Bu ancak cehaletle açıklanabilir. Cehalet sadece bilgisizlik değildir. Hâlbuki İslâm’a en şiddetli düşmanlık yapan Ebû Cehil ve Velid b. Mugīre bilgisiz insanlar değillerdi. Hatta o dönemde okur yazar olan insanlardı. Ama bu ikisi cahil idi. Hatta birisi cehaletin babası, piri olarak isimlendirilmişti. Çünkü bu ikisi gerçeği ve hakkı bildikleri, gördükleri halde çıkar, menfaat ve asabiyetten dolayı reddetmişlerdir.
Her okur yazar bilgilidir demek doğru değildir. İsminin önünde bir sürü akademik unvan olduğu halde gerçeği saptıran, gerçeğin aksine açıklamalar yapan bir sürü ilim namusuzu kişiler bulunmaktadır. Bunlar ilmin verilerini bile kendi çıkar ve menfaatlerine göre açıklayacak kadar alçalabilen şahsiyetsizlerdir. İlim adamı kisvesiyle ortaya çıkıp ilmin verilerine itibar etmeyen, ilmin ve bilimin gerçeklerini bile bile ters yüz eden bu kişiler okur yazar da olsa, isminin önünde bir sürü unvan da olsa cahilin de cahilidir. Önemli olan gerçekleri kabullenmek, hakkı ikrar etmektir. Bilgi elbette ki önemlidir, ancak daha önemlisi bilginin verilerine göre hareket etmektir. Geçmişte oldugu gibi günümüzde de bunları çok görüyoruz. Bunların sürekli bulunacaklarını, çıkar ve menfaatlerini önceleyen insanların her zaman ve her yerde bulunacaklarını da bilmeliyiz.
Cehaletten kurtulmak için ilmin verilerini, gerçekleri olduğu gibi kabul etmek gerekir. Bir konuyu, bilgiyi degerlendirirken; ilmi verilere, tarihi gerçeklere, aklın temel prensiplerine uygun olup olmadığına bakmak gerekir. Güneş balçıkla sıvanmaz derler. Gercekler ne kadar gizlense, ters yüz edilse de mutlaka bir gün ortaya çıkacaktır. Doğrunun böyle bir yönü, eninde sonunda ortaya çıkma özelliği vardır. Aksi takdirde kendi anlayış ve düşüncesine, çıkar ve menfaatine aykırı olduğu için reddetmek cehalettir. Cahil bilgisizlik değil, gerçeği görmemek veya görememek, olayı değerlendirmeden, kritigini yapmadan reddetmektir. Kendi düşüncesinden başkasına hayat hakkı tanımama, onları yok etmek için çalışmak demektir.
Hüseyin KUBAT