
EMANET
Arapça’da “güvenmek, korku ve endişeden emin olmak” mânasındaki emn masdarından gelen emânet kelimesi hıyânetin karşıt anlamlısı olarak isim şeklinde kullanıldığı gibi “güvenilir olmak” anlamında masdar şeklinde de kullanılır. Ayrıca “güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak tevdi edilen şey” mânasına da gelmekte olup kelimenin bu son kullanılışı daha yaygındır (bk. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “emn” md.; Lisânü’l-ʿArab, “emn” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de emanet kelimesi iki âyette tekil, dört âyette çoğul şekliyle geçmekte, aynı kökten gelen değişik fiil ve isim kalıpları da Kur’an’da yer almaktadır. (DİA).
Emanet kelimesinin kökü olan emn (iman da bu köktendir), ruhun sükûnet bulması ve korkudan kurtulmak anlamındadır. Emanet, bir şeyi veya bir değeri gönül huzuru ve güvenle bir başkasına teslim etmek veya aynı şartlarla teslim almaktır. O halde, emanette teslim edenle teslim alanın karşılıklı güven ve rahatlıkları esastır. "Şayet yolculuk halinde olur ve yazacak birini bulamazsanız, teslim alınmış rehinler (yeterlidir). Birbirinize güveniyorsanız, kendisine güvenilen borçlu emaneti yerine getirsin ve rabbi olan Allah’tan korksun. Şahitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah yaptıklarınızı eksiksiz bilmektedir." (Bakara, 2/283). Bu ve benzeri âyetlerde zikredilen emanet kavramı, “bir kimseye koruması için bırakılan mal ve eşya” şeklindeki günlük dilde kastedilen dar anlamı yanında insanın sahip olduğu ve kendisine geçici olarak verilmiş bulunan ruhî, bedenî, malî imkânları da kapsamaktadır. "Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir." (Ahzab, 33/72). Buradaki emanetin “ruhî ve bedenî kabiliyetler, mârifetullah, dinî vecîbeler, okuma yazma” gibi anlamlara geldiği tefsirlerde belirtilmiştir. Bazı müfessirler buradaki emanetin “yükümlülük” (teklif) anlamına geldiğini ileri sürmektedirler. Çünkü onlara göre birini yükümlü kılmak demek ondan kendi tabiatına aykırı davranmasını istemek demektir. Âyette göklerin, yerin ve dağların kabul etmediği emanet budur. Zira insan dışındaki varlık türleri ne amaçla yaratıldılarsa o doğrultuda hareket etmek durumundadırlar, kendi tabiatlarına aykırı davranamazlar.
"Ehl-i kitap’tan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen onu sana noksansız öder; içlerinden öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Çünkü onlar “Ümmîlere yaptıklarımızdan dolayı bize bir vebal yoktur” derler. Onlar bile bile Allah adına yalan söylemektedirler." (Al-i İmran, 3/75). Yüce Allah hiç kimse veya zümreye başkalarının haklarını gasbetme müsaadesi vermemiştir. Bu konuda kendilerinin imtiyaz sahibi olduğunu iddia edenler Allah’a iftira etmiş olurlar. Nitekim bu âyet indiğinde Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Allah’ın düşmanları yalan söylemişler; Câhiliye döneminin (kötü olan) her şeyi ayaklarımın altındadır; emanete gelince, sahibi iyi olsun kötü olsun o yerine verilir” (İbn Mâce, “Menâsik”, 84; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 54; İbn Atıyye, I, 458). Şu halde Ehl-i kitap’tan bir kısım din istismarcılarının başvurduğu bu yöntemin ilâhî dinlerde sağlam bir dayanağının bulunamayacağı asla gözden uzak tutulmamalı, böyle bir anlayışın sosyal barış için ne büyük tehlikelere yol açabileceği üzerinde herkes dikkatle düşünmelidir; hele hele müslümanlar asla onlara özenerek veya misilleme yaparak birtakım menfaatler uğruna hak gasbına tevessül etmemeli, ahlâkî değerlerin korunmasında titiz davranarak cihana örnek olmalıdırlar. Öte yandan gerek âyetteki tasvirden gerekse anılan hadisten, İslâm’ın insanların eylemleri hakkında topyekün bir yargı ortaya koyma değil, doğruyla yanlışı ayırt etme esasına dayalı bir değerlendirme yapma anlayışını onayladığı sonucu çıkmaktadır. (Kuran Yolu Tefsiri).
“Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisâ 4/58). Bu âyette ahlâk ile hukukun en önemli ilkelerinden olan emanet ve adalet kavramları birlikte zikredilmiştir. Özellikle devlet adamlarının hem emanet hem de adalet ehli olmalarının gerekli olduğu belirtilmiştir. Emanet ehli olmaları, ülke imkânlarını halka haksızlık yapmadan paylaştırmaları, adalet ehli olmaları ise bütün kararlarında hukuka riayet etmeleriyle gerçekleşir. Tarih boyunca insanların huzur ve mutlulukları iki sebeple kazanılmış veya kaybedilmiştir: Emanet ve adalet. Emanetler ehline verildiği ve adalete riayet edildiği müddetçe cemiyette huzur ve saadet bulunmuş, hıyanetler ve haksızlıklar ise huzursuzlukların, kavgaların, savaşların, servet ve neslin helâk olmasının baş sebepleri arasında yer almıştır. Emanet, korunması istenen maddî ve mânevî değerdir. Kişinin kullanıp sahibine iade etmek üzere aldığı eşya emanet olduğu gibi devletin hizmet makamları da emanettir; ilim, din, antlaşma ve sözleşmeler, komşuluk hakları vs. birer emanettir. Bütün bunlar korunacak, muhatap ve sahiplerine teslim edilecek, ne maksatla verilmiş ise ona uygun olarak kullanılacaktır. Hz. Peygamber “Münafığın üç özelliği vardır: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde yerine getirmez, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder” (Müslim, “Îmân”, 107-109) buyurarak emanete riayet etmeyenleri münafık, ikiyüzlü insanlar olarak vasıflandırmıştır.
Adaletin gerçekleşmesi –âdil uygulayıcılar yanında– kimin neye lâyık, kimin neyi hak ettiği konusunda doğru, hakkaniyete uygun, dengeli bilgi ve ölçülere sahip olmaya bağlıdır. Hukuk kuralları, bağlayıcı mevzuat işte bu bilgi ve ölçüleri vermek için oluşturulur, vazedilir. Hukuk kurallarını, ilâhî irşaddan bağımsız olarak insanlar koyarlarsa –insanların kendilerini aşmaları, beşerî kayıtlardan, cemiyet kültür ve değerlerinden etkilenmemeleri mümkün olmadığı için, hakkaniyet ölçüleri– hak ediş dengeleri bozuk olabilir. Bilgi eksik, ölçü bozuk olunca da –düzen, hukuk ve mahkeme bulunsa bile– adalet gerçekleşmez. İnsanı ve kâinatı yaratan Allah mîzanı da koymuştur. Mîzan, “maddî ve mânevî alanlarda denge, hakkaniyet ve adalet ölçüsü” demektir. Hukukla ilgili mîzanın aranıp bulunması bakımından vazgeçilemez kaynak ilgili naslardır (âyet ve hadisler). Âyet ve hadislerin nokta tayini şeklinde açıklamadığı konularda ise fayda (mesâlih), yorum (anlama, beyan), kıyas ictihadlarına ve örfe başvurulacak; bu yoldan, adaleti gerçekleştirecek olan hüküm ve ölçülere ulaşılacaktır. Hüküm ve ölçüler bulunup bilindikten sonra sıra uygulamaya gelir. Uygulamada adaletin bozulmamasının iki teminatı vardır: a) İmana dayalı ahlâk; b) cemiyetin emanet ve sorumluluk duygusu içinde gerçekleştireceği denetim. Sağlam hukuk kuralları, ahlâk ve kamu denetiminin bulunduğu yerde adaletin gerçekleşmemesi için bir sebep kalmaz. (Kuran Yolu Tefsiri).
Emanet; bir süre sonra geri alınmak üzere birine bırakılan aynî veya nakdî hakka hem emanet hem vedîa (geçici süre ve tekrar alınmak üzere bir yere veya kişiye bırakılan eşya) denirse de vedîadan farklı olarak emanet ücret, kira, ortaklık hakkı, buluntu gibi maddî haklar yanında iman, ibadet gibi dinî yükümlülükler, beden ve ruh sağlığı, servet, makam ve mevki gibi imkân ve kabiliyeti gerektiren hususlar, sözleşmeler, mesken ve aile mahremiyetine saygı, nimet ve ikrama teşekkür, selâma karşılık verme, sırların saklanması vb. dinî, ahlâkî, içtimaî ilke ve kuralları da içine almaktadır. Görüldüğü üzere emânet kelimesi, sadece eşya ve mal için değil çok farklı anlamlarda da kullanılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber vergi memurluğu görevi isteyen Ebû Zer el-Gıfârî’ye, “Sen güçsüzsün; bu iş bir emanettir; emanet, üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet gününde zillet ve perişanlık doğurur ” demiştir (Müslim, “İmâre”, 16). Yine hadislerde yapılan vaadlerin, özel meclislerde konuşulan sözlerin, verilen sırların, evlenilen kadınların ve aile mahremiyetinin birer emanet olduğu belirtilmiştir.
“Emanet zayi olduğunda kıyameti bekle” (Buhârî, “ʿİlim”, 2) anlamındaki hadiste, hangi türden olursa olsun emanete hıyanetin yaygınlaşması ve güvenin ortadan kalkmasının toplumsal bir felâket olduğu anlatılmak istenmiştir. Emânet'e sadakat ve riayet çok önemli bir konudur. Emanetin sahibinin isteği doğrultusunda korunması ve gerektiğinde sahibine iade edilmesi gereklidir. İnsanın sorumluluk alanına giren her şey emanettir.Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlığınızdan sorumlusunuz. Devlet Başkanı üstlendiği görevden sorumludur. Kişi ailesinin koruyucusu ve eli altında olanlardan sorumludur. Kadın, eşinin, evinin koruyucusu ve eli altında bulunanlardan sorumludur.Hizmetçi, efendisinin malının koruyucusu ve eli altında bulunanlardan sorumludur. Dikkat ediniz. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlığınızdan sorumlusunuz.” (Buharı, Cuma 11 c.1 s.215). Görüldüğü gibi hadis-i şerifte, kişilerin birbirlerine ve topluma karşı yükümlü bulundukları görevler noktasından "çoban” olarak ifade edilmesi; görevin önemini, değerini ve içtenlikle yerine getirilmesinin gereğini ifade etmektedir. Hiç şüphe yok ki, insanın ilk sorumluluğu, en önemli sorumluluğu kendisini en güzel biçimde yaratan, yaşaması için rızıklandıran ve akıl gibi üstün yetenekler veren Allah'a karşı olan sorumluluğudur. Allah Teâlâ insanlara bu sorumluluklarını Kurân-ı Kerim'de şöyle hatırlatmaktadır: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insanoğlu yüklendi. O gerçekten çok zalim ve cahildir.” (Ahzap, 33/ 72).
"Ey iman edenler! Allah ve rasulüne karşı hainlik etmeyin ve bile bile kendi emanetlerinizede hıyanet etmeyin." (Enfâl, 8/27). Allah’a karşı kulluk ödevlerini yapmayanlar O’nun hakkını çiğnemiş, kullarına emanet ettiği yükümlülüklere hıyanet etmiş olurlar. Rasulullah'a karşı görev ve sorumluluklarını yapmayanlar, O'nun getirdiğini kabul etmeyen yahut getirdiklerinin bir kısmını reddedenler O'na ihanet etmiş olurlar. İnsanlar arasında güvene dayalı alışveriş ve diğer ilişkilerde güveni kötüye kullananlar, başkalarının bilmeme ve görmemelerinden yararlanarak haklarını çiğneyenler de hemcinslerine hıyanet etmiş olurlar. Hıyanet bir ahlâkî kusurdur, ayıptır, günahtır ve İslâm’da şiddetle yasaklanmıştır. Peygamber Efendimiz; "İki özellik vardır ki bunlar mü'minde huy haline gelmez. Hıyanet ve yalandır.” (Ahmed b. Hanbel, c. 5, s.252 ).
İnsan olarak, Allah'ın en seçkin yaratığı olarak pek çok emanetler taşımaktayız. Ancak bunlardan önemli olan bazılarına işaret etmekle yetineceğiz. Ailemiz ve çoluk çocuğumuz önemli emânetlerimiz arasındadır. Çocuklarımızın eğitilmesi, her türlü zararlı akımlardan uzak tutularak, dinimiz, vatanımız ve milletimiz için yararlı olacak şekilde yetiştirilmesi görevlerimiz cümlesindendir.Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: "Ey mü'minler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden koruyun.” (Tahrim 6/ 66). Sağlığımız da bir emânettir. Sağlığımıza zarar veren her şeyden korunacağız. Hayatın tadı, ibadetin zevk ve neşesi, vücut sağlığına bağlıdır. Malımız ve servetimiz bize emanettir. Bir gün geçici dünya hayatına vedâ ederken malımızı ve her şeyimizi burada bırakacağız. Ancak Allah'ın huzurunda hesap verirken malımızı nereden kazanıp nereye harcadığımızın hesabını vereceğiz. Vatan bir emanettir. Vatan bir toprak parçasıdır, ama her toprak parçası vatan değildir. Vatan, uğrunda şehitlerin kanlarını akıttıkları toprak parçasıdır. Evren ve evrendeki her şey bir emanettir. Allah dünyamızı bir denge içinde yaratmıştır. Nitekim Allâh Teâlâ Kurân-ı Kerim'de böyle buyurmuştur: “Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu. Sakin dengeyi bozmayın”. (Rahman, 55/ 7-8).
Buna göre emanet yalnızca Allah tarafından insana verilen mal-mülk gibi cisimsel varlıklara değil, bilgi, değer, görev, can gibi soyut nesnelere de konu olabilir. Bu itibarla Hz. Peygamber'in vahiy öncesi ve sonrası "el-emin" vasfıyla anılması, onun sadece Mekke toplumundaki güvenilir, emanetleri koruyan, adil ve vefakar karakterinden ötürü değil, bir varlık tecellisi olarak insana tevdi edilen ilahi hakikatin mutlak mümessili olmasından kaynaklandığı gibi Cebrail meleğinin Allah ile peygamberler arasındaki bilgi naklinde bilgi emanetine sahip çıkması da onun "Cibril-i Emin" vasfıyla anılmasının sebebidir. Ahlaki bir erdem olarak emanet, ayet ve hadislerde sıkça tekrarlanır. "Kavimlerine gönderilmiş emin elçiler" olan peygamberlerin üstün ahlaki vasfına işaret eden emanet nübüvvetin niteliklerinden biridir. Gündelik hayatlarındaki güvenilir olma özelliklerinin yanı sıra, peygamberlerin emin olmalarının sebebi, ilahi vahyi tahrife ve herhangi bir değişikliğe uğratmaksızın aynıyla, olduğu gibi topluma tebliğ etmeleri ve gönderildikleri hikmet gereği örnek davranışlar sergilemeleridir. Sonraki zamanlarda kavmin vahyi tahrif etmesi, emanete hıyanet şeklinde yorumlanabilir. Nitekim genellikle de bu böyle olmuş, insanlar peygamberlerin mesajlarını çıkar ve menfaatleri uğruna tahrif etmiş, değiştirmişlerdir.
İnsanın kendine verilen her türden emaneti aslına uygun şekilde gözetmesi, koruması, zamanı geldiğinde sahibine geri vermesi müslüman toplumun başta gelen görevlerinden biridir. Emin insanlardan oluşmuş bir toplumsal yapının huzur, emniyet ve asayiş içerisinde sürekliliğini koruması kaçınılmazdır. Mümin ve emanet kelimelerinin aynı etimolojik kökene sahip olduğu göz önünde bulundurulduğunda, emanetin inanan insanın ötekiyle, toplumsal katmanlarla ve ilahi olanla ilişkisini belirleyen en önemli olgulardan biri olduğu ortaya çıkar. Sadece emanete riayet etmek yeterli değildir.Her tür emanetin verilmesinde ehliyet, liyakat ve kabiliyet esastır. Kamu görevleri de birer emanettir. Bu emanetlere riayet etmek, görevleri ehil kişilere vermek ve verildiğinde vazifeyi en iyi şekilde icra etmek zorunludur. Nisa 4/58. ayetinde ahlak ile hukukun en geniş kapsamlı ilkelerinden olan emanet ve adalet kavramları bir arada zikredilmiştir. İslam alimleri bu ayete dayanarak özellikle kamu vazifelerinin adaletli, güvenilir, emanetine sadık, işinin ehli kimselere verilmesini, mülkün bekasının buna bağlı olduğunu söylemişlerdir. İslam ekonomi düşüncesine göre servet zengine verilmiş geçici bir emanet ve imtihan vesilesidir. Zenginin servetinden, servetin asıl sahibi olan Allah'ın hoşnutluğuna uygun tasarruf ve tasaddukta bulunması, kendisine verilen emaneti gözetmenin bir gereğidir.