
HASET VE KISKANÇLIK
Hased kelimesi, başkasının sahip olduğu maddî veya mânevî imkânların kendisine geçmesi veya kıskanılan kişinin bu imkânlardan mahrum kalması yönündeki istek ve niyeti ifade eder. Kur’ân-ı Kerîm’de, yahudilerin müslümanları inkârcılığa döndürme yönündeki niyet ve istekleri onların nefislerindeki hasede bağlanmak suretiyle hasedin temelde bir duygu ve niyet meselesi olduğu vurgulanmış (Bakara 2/109), aynı zümrenin Allah tarafından müslümanlara lutfedilen başarıları kıskanması da haset kavramıyla ifade edilmiştir (Nisâ 4/54). Haset ettiği vakit hasetçinin şerrinden Allah’a sığınmak gerektiğini belirten âyetteki (Felak 113/5) “hâsid” kelimesinden hasedin insanda kendi tabiatından gelen bir duygu olarak bulunduğu, “hasede” fiilinden de bu duygunun bazı kimseleri mâsum insanların zarara uğraması yönünde bir niyet ve temenniye sevkettiği anlamı çıkarılmıştır. (Mustafa Çağırıcı, Hased md.).
Dinî metinlerde kıskançlık anlamında kullanılan Arapça gayret kelimesi “kişinin kendi mahremini koruması yönünde gösterdiği aşırı duyarlılık, izzet-i nefsine, şeref ve namusuna zarar verecek durumlardan sakınıp korunmasını sağlayan duygusal tepki”, daha özel olarak da “erkek veya kadının başkasının cinsel ilgisine karşı kendi eşini koruma ve savunma duygusu” mânasına gelir. Kıskançlık çoğunlukla aşk ve sevgi söz konusu olduğunda ortaya çıkan bir duygudur. Dar anlamda kıskançlık kişinin, sevdiği şahıs bir başkasını tercih ettiği zaman gösterdiği telâş ve endişedir. Bilgi, sanat, nüfuz, güç, mal, mevki gibi toplumun değer verdiği şeylerin elden gitmesi korkusu ve bunları koruyup kollama isteği de genel olarak kıskançlık kavramıyla ifade edilir. (Hayati Hökelekli, Kıskançlık md.).
“Yoksa onlar Allah’ın lütfundan insanlara ihsan ettiği nimetlere karşı haset mi ediyorlar?”( Nisâ, 4/54) âyetinde haset, “Yüce Allah tarafından birine verilmiş nimetleri çekememek” anlamında kullanılmıştır. Felâk Sûresi’nin “ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden (sabahın Rabbine sığınırım, de!)” ayetinde "hased eden" anlamında kullanılmıştır. Haset kelimesinin gerek fiil gerekse isim olarak bütün türevlerinde, nimet sahiplerini çekememe, onların elindeki nimet ve imkânların bir şekilde yok olmasını isteme veya o nimetlerin onların elinden çıkıp haset edenin eline geçmesini arzu etme duygularını ifade eden manalar yatmaktadır. Bütün bunlar, haset duygusunun ne denli tehlikeli olduğunu ortaya koymaktadır.
Hasetle yakın anlamlara sahip kavramlar bulunmaktadır. Yakın bir manaya sahip olan kavramlardan birisi Gıptadır. Bu kavram “kişinin başkasında bulunan bir nimetin yok olmasını istemeksizin, aynı nimete kendisinin de sahip olmasını istemesi” anlamına gelmektedir. Bu açıdan “Mümin gıpta eder, münafık ise haset eder” denilmiştir. Bir diğer kavram Temennî dir. Herhangi bir arzunun gerçekleşmesini kalpte tasavvur etmektir. Bu da, bazen tahmin ve zandan bazen de gerçek bir nedenden kaynaklanabilir. Temennilerin çoğunun, herhangi bir hakikate dayanmayan tasavvur ve varsayımlardan meydana geldiği ifade edilmekte ve “Yoksa insanoğlu kurduğu her hülyaya, içinden geçen her şeye nail olur mu sanıyor?” ayetinde bu anlama geldiği belirtilmektedir. Bir başka kavram Türkçede kıskançlık, Arapça karşılığı gayret olarak ifade edilen bu kavram; kişinin, kendisine ait herhangi özel bir şeyde, kendisine karşı bir rakip veya ortak çıkmasından dolayı kalbinin değişmesi ve öfkesinin kabarmasıdır. Kıskançlık kavramı, günümüzde “haset ve çekememezlik” kavramlarını da kapsayacak şekilde geniş bir kullanıma sahiptir. Ancak Arapçadaki “gayret” kelimesinin bir karşılığı olarak kullanılmakta olup şu şekilde tanımlanabilir: “Kişinin kendi şahsiyetini, şeref ve onurunu temsil eden eş, evlat, aile, din ve ahlâk gibi değerlerini korumaya dönük olarak ortaya koymuş olduğu bir tutum veya bir refleks olarak övülen bir meziyettir.” Haset duygusunun aksine gayret duygusu övülmüş ve teşvik edilmiştir. Kanaatimizce bunun temel nedeni şudur: Haset, başkasının elinde bulunan nimetin yok olmasını arzulamaktır. Bu nedenle şiddetle yasaklanmıştır. Gayret ise kişinin, kendi uhdesi ve sorumluluğunda olan nimetlerin zayi olmaması şeklinde tezâhür eden ve bir bakıma içgüdüsel olarak bu nimetleri koruma refleksidir. Kişinin, Yüce Allah tarafından kendisine bahşedilen eş, anne, evlat gibi nimetleri korumaya çalışması ve onlara sahip çıkması bir bakıma fiili bir şükür halidir.
Haset, bir duygu halidir. Elle tutulan veya gözle görülen somut bir şey olmadığından, onun net bir tarifini yapmak oldukça zordur. Ancak bazı emarelerden yola çıkılarak hasedin mahiyeti hakkında bazı tasvir ve tanımlamalar yapmak mümkündür. Mesela birisi bir nimet elde ettiğinde, başka birisi de o nimetin yok olmasını isterse, haset etmiş olur. Şayet, o nimetin bir benzerinin kendisi için olmasını arzu ederse, bu durumda gıpta etmiş olur. Haset, her halükârda haramdır. Haset duygusu, her zaman “başkasının elindeki nimetin yok olmasını istemek” şeklinde tezahür etmez. Bazen, başkasının başına gelen kötülüklere sevinmek şeklinde de kendisini ortaya koyabilir. Mesela, “Eğer size bir iyilik dokunsa, bu onları endişelendirir. Ama eğer size bir kötülük isabet ederse, buna da sevinirler” (Al-i İmran, 3/120) ayetinde, müslümanların başına gelen musibete kâfirlerin veya münafıkların sevindiğine vurgu yapılmaktadır. Demek ki “haset duygusu” ile “başkalarının başına gelen belalara sevinmek” birbirinden ayrılmayan iki vasıftır. (Kuran’da haset kavramı. Mehmet Emin Yurt).
Hz. Peygamber (sas.), “Bir kulun kalbinde imanla haset bir arada bulunmaz” (Nesâî, Cihâd, 8) şeklinde çok sert bir ifade kullanmış, yine “Ateşin odunu yakıp bitirmesi gibi haset de iyilikleri mahveder” (İbn Mâce, Zühd, 22) demiştir. Bu yönüyle haset, ciddi manada ferdi ve toplumsal problemlere yol açtığından tehlikeli bir psikolojik hastalıktır. Psikolojik hastalıkların çoğunda sebep, genellikle insanın kendi kendisiyle olan barışıklığını ortaya koyamaması, bir başka ifadeyle iç çatışmalarıyla baş edememesidir. İnsan, hayatını sürdürebilmek için manevî kaynaklı olanların dışında maddî bir takım motivasyonlara da muhtaçtır. Ancak bunların da bir denge içinde bulunması gerekir. Dünya hırs ve tamahının sonu gelmez. Bir noktada bunların frenlenmesi gerekir.
Gıpta ise bir nevi özenti hali olup, ilim elde etme veya zekât verme gibi ibadetlerde bu duygu haline kapılarak başkalarına gıpta etmek, hoş karşılanmış ve bu haliyle daha çok “münâfese” (yarış) kavramına yakın görülmüştür. Bir nevi “hayırda yarışmak” manasına gelen münâfese bazı ayetlerde de teşvik edilmiştir. "İyiler elbette nimet içindedirler. Koltuklar üzerinde oturup seyrederler. İlâhî lutufların sevincini yüzlerinden okursun. Onlara mühürlenmiş, mührü de misk olan nefis bir içki sunulur. Yarışanlar, işte bunlar için yarışsınlar." (Mutaffifîn, 83/22-26). Bir hadîs-i şerifte, Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Yalnız şu iki kimseye gıpta edilmelidir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse, diğeri, Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.” (Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3). Bu hadiste gıpta etmenin caiz olduğu vurgulanmıştır.
Temenni kavramı ise biraz daha farklı bir anlama sahiptir. Temenniyi “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler” (Bakara, 2/201) ayeti bağlamında ele alanlara göre temenni, “kişinin başkasındaki nimetlerin yok olmasını arzulamaksızın, kendisinin de aynı nimetlere sahip olmayı istemesidir.” Temenni edilen bir nimet, onu temenni eden kişi hakkında, hem dinî hem de dünyevî yönden bazı zararlara neden olabilir. Zîrâ insan kendisi için neyin hayırlı neyin hayırsız olduğunu bütünüyle bilmesi mümkün değildir. Bundan dolayı kişinin; “Allah’ım! Bana falanın evi gibi bir ev; filanın malı gibi bir mal veya iş nasip et!” şeklinde dua etmesi değil, “Allah’ım! Bana dinim, dünyam, ahiretim ve geçimim konusunda, hakkımda en uygun, en hayırlı olanı ver” şeklinde dua etmesi daha doğrudur. Çünkü her şeyin en hayırlısını, en güzelini bilen Allah’tır.
Gayret kavramı ise günümüzde daha çok “kişinin eşini kıskanması” şeklinde tezahür eden duyguyu ifade etmek üzere kullanılır. Hadîslerde fıtrî bir realite olarak müminlerde bulunması gereken bu duyguda da aşırıya kaçmamak, yersiz vehimlere kapılmamak gerekir. Aile içi ilişkilerin sağlıklı işleyişinde kıskançlık (gayret) duygusunun aşırılıklardan uzak bir şekilde denge üzere olması önem arz etmektedir. Çünkü bu duygu kontrol edilemediği takdirde şiddete neden olabilmektedir. Hatta eşler arasında cereyan eden kıskançlık duygusu bazı durumlarda, şiddetin en vahim tezahürü olan cinayetle sonuçlanabilmektedir. Bu nedenle eşlerin, birbirini kıskandıracak söz ve davranışlardan kaçınmaları gerekmektedir. Gayret (kıskançlık) duygusu, eşlerin birbirlerine sahip çıkması, koruyup kollaması ve ailenin sağlam temellere oturtulmasının tahakkuk ettirilmesi gibi gayelere yönlendirilebilirse faydalı neticelere vesile olacaktır. Bu nedenle eşlerin birbirlerini kıskanması manasına gelen “gayret” kavramı, her ne kadar zahiren haset duygusuna benzese de aslında ondan çok farklı bir mahiyete sahiptir. Keza bu kavram, gıpta ve temenni kavramlarından da oldukça farklı olarak, müminlerde olması gereken fıtrî bir duygudur denebilir. (Kuran’da haset kavramı. Mehmet Emin Yurt).
Haset, müminler arasında kesin bir şekilde zemmedilmiş ve yasaklanmıştır. “Birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, kin gütmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!” (Müslim, Birr, 24, 28). Ancak, sahip oldukları imkân ve nimetleri, kötü maksatla kullanmaları muhtemel olan kâfir ve münafıklara karşı -kalben buğz etmek mahiyetinde- haset etmekte bir sakınca yoktur. Çünkü bu noktadaki haset duygusunun odağında bizzat o nimetlerin “yok olmasını istemek” değil, o nimetlerin “kötülüğe alet edilmesi olasılığının ortadan kalkmasını arzulamak” yatmaktadır. Gıpta ise dinî ve manevî hususlarda caiz olup, bir bakıma hayırda yarışma manasına gelen münâfeseye yakın görülmüş ve hoş karşılanmıştır. Dünyevi hususlardaki gıpta ise daha çok temenni kavramının kapsamında olup yasaklanmıştır. Gayret ise müminlerde olması gereken fıtrî bir duygu olarak görülmüş ve hoş karşılanmıştır.
Hasedin ortaya çıkmasına birçok sebepler vardır. Bunların başlıcaları şunlardır: 1. Düşmanlık ve Öfke: Bu, hasedin en önemli sebeplerinden birisidir. Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: "Onlar sizinle karşılaştıkları zaman "inandık" derler. Kendi başlarına kaldıkları zaman size karşı öfkeden parmaklarını ısırırlar. De ki, "Öfkenizden ölün. Şüphesiz Allah göğüslerin özünü bilir" (Âl-i İmran, 3/119). İnsanın kalbi ve düşünce dünyası, kendisine herhangi bir sebepten dolayı eziyet veren veya bir işte ona muhalif olan kişiye karşı rahatsızlık duyar ve ona karşı öfkelenir. Bu öfke hali uzarsa, zaman içinde kin duygusunu doğurur. Kin ise, kaçınılmaz olarak, rakibini yenme veya düşmanından intikam alma hislerine sebep olur.
2. Şaşkınlık ve hayranlık: Kur'ân, geçmiş ümmetlerden bahsederken, onların kendileri gibi bir insanın risâlet, vahiy ve Allah'a yakınlık gibi bir mevkiye ulaşmasına şaştıklarını ve bunun sonucu olarak haset ettiklerini anlatır: "Bizim gibi iki insana mı inanacağız?" (Mü'minun, 23/47) ve "Kendiniz gibi insana itaat ederseniz hüsrana uğrayacağınızdan hiç şüphe yoktur." (Mü'minun, 23/34).
3. Rekabet ve Üstünlük Sağlama Duyguları: Haset duygusunu tetikleyen sebeplerden birisi de insanların birbirlerine karşı üstünlük sağlamaya çalışmalarıdır. Nitekim insan, emsallerinden birisinin kendisine üstünlük kurabileceği bir makama ulaşması durumunda, buna tahammül edemeyebilir. Bu yüzden de o makamın onun elinden gitmesini arzu edebilir.
4. Kibirlenmek: Doğrudan doğruya kendisinin kibirlenmesinden, karşısındaki insanı küçük görüp onu kendine hizmet etmesi ve bütün arzularında kendi emrinde olması isteğinden kaynaklanan haseddir. Müşriklerin "Kur'ân iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" (ez-Zuhruf; 43/31), demeleri böyle bir hasedin ifadesidir.
5. Makam ve mevki sevgisi, önderlik isteği: Sözgelimi bir kimsenin bir ilim dalında parmakla gösterilen tek adam olmayı istemesi, bu konuda kendisine rakip olabilecek veya göz diktiği yere ulaşmış kimselere hased etmesinin başlıca nedenidir.
6. Cimrilik, Hırs, Açgözlülük Gibi Kötü Huylar: Kişinin mal, önderlik sevgisi ve derdi olmamakla birlikte; ona Allah'ın nimetler verdiği, iyi huylarla donattığı bir kimseden söz edilince bundan rahatsız olur, hased eder. Buna karşılık birisinin içinde bulunduğu zorluk ve çektiği sıkıntılardan söz edildiğinde de sevinç duyar. Böylesi kimseler başkalarının kötü durumda olmalarını sever ve Allah'ın lütuflarına karşılık cimrilik gösterirler.
7. Cehalet: Hasedin sebeplerinden birisi de cehalettir. “Kendilerine Kitap’tan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve bâtıla iman ediyorlar, sonra da kâfirler için: Bunlar, Allah’a iman edenlerden daha doğru yoldadır, diyorlar!” (Nisa, 4/51) ayetinde yahudilerin cehaletlerine vurgu yapılmıştır. Onlar, içinde bulundukları koyu cehaletlerinden dolayı, müşrikleri kast ederek “Bunlar, Allah’a iman edenlerden daha doğru yoldadır” demişler ve böylece putlara tapmayı Allah’a ibadet etmekten daha üstün görmüşlerdir. Devamında gelen “Yoksa onlar Allah’ın lütfundan insanlara ihsan ettiği nimetlere karşı haset mi ediyorlar? ” (Nisa, 4/54) ayetinde ise onların hasedine dikkat çekilmiştir.
Haset, söz veya davranış ile ortaya çıkmadıkça, haset edilene somut bir zarar vermez. Buna rağmen bu duygu, bizzat onu besleyen kişi üzerinde ciddi manada psikolojik zararlar meydana getirir. Hasedin bu zararını betimlemesi açısından, Hz. Peygamber’in (sas) “Ateşin odunu yiyip tükettiği gibi, haset de sevapları yok eder” (İbn Mâce, Zühd, 22) hadisi dikkate şayandır. Gizlendiği zaman dahi bu denli zararlı olan bu duygu, açığa vurulup haset edilene kötülük yapmaya sebep olmaya başladığında ise pek çok zararlara sebep olur. Âdem’e (as) karşı Şeytan’ın hasedi, onu ebedî bir lanete duçar etmiştir. Habil’e karşı Kâbil’in kıskançlığı, onu cinayete sürüklemiştir. Yusuf’a (as) karşı kardeşlerinin çekememezliği, hem Yusuf (as) için büyük bir drama hem de onlar için büyük bir zulüm ve haksızlığın günahını yüklenmeye sebep olmuştur. Aynı şekilde münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy, sırf hasedinden dolayı gerçek manada iman etmemiş ve ebedî olarak manevî hüsrana uğramıştır. Bu da hasedin inanç noktasında kişiyi ne derece büyük bir zarara uğrattığının göstergesidir. Nitekim İblis, gökyüzünde ilk günahı işlemiş; yine kardeşi Habil’i hasedinden dolayı öldüren Kabil yeryüzünde ilk günahı işlemiştir. Diğer yandan Âdem’in (as) Cennet’ten çıkarılması, Habil’in hayatını kaybetmesi ve Yusuf’un (as) yıllarca büyük bir eziyet ve zahmetle hayatını geçirmek zorunda kalması, haset duygusunun, haset edilenler üzerinde bırakmış olduğu korkunç etkileri göstermesi yönüyle ibret alınacak durumlardır.
Kendisine haset edilen kişilerin, hasetçilerin zararlarından korunabilmelerinin bazı yol ve yöntemlerinden bahsedilmektedir. Hasetçinin şerrinden Yüce Allah’a sığınmak, O’na dayanmak ve iltica etmek. Nitekim Felak Sûresi’nde buna işaret edilmiştir. Takvaya yönelerek, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmek. Kendisine haset eden düşmanına karşı sabırlı olup onunla çatışmaktan, ondan şikâyetçi olmaktan ve ona eza vermekten sakınmak. Allah’a tevekkül etmek. Kim Yüce Allah’a tevekkül ederse, Allah ona yeter. Kalbinde hasetçiye yer vermemek, onu düşünce dünyasından silip atmak ve ondan korkmamak. Bu tarz bir yöntemin, hasetçinin şerrinden korunmada, en etkili yollardan biri olduğu söylenmiştir. İhlâsla Allah’a yönelmek ve tam bir ihlâs ile O’na bağlanmak. Kişi kalbini ve düşünce dünyasını Yüce Allah’ın rızası ve muhabbeti ile doldurduğu zaman, kendisine buğz eden hasetçinin saldırgan tutum ve davranışlarından ve bunların sebep olduğu manevî kirlerden ve psikolojik baskılardan da temizlemiş olacaktır. Hasetçinin kendisine musallat olmasını bir musibet olarak kabul etmek ve bu musibete sebep olabilecek günahlarından dolayı tövbe ve istiğfarda bulunmak. İmkânlar ölçüsünde infak, ikram ve ihsanlarda bulunmak suretiyle hasetçilerin zararından korunmak. Hasetçilerin içindeki kötülük ateşini onlara iyilik ederek söndürmek. Maddî ve manevî imkânlara sahip olan kişilerin israftan kaçınmak suretiyle, gösteriş, şatafat ve savurganlıktan uzak durmaları da önem arz etmektedir. Hasedin kötülüğünden korunmanın bir yolu da sahip olunan nimet ve imkânlardan, “haset etmeleri muhtemel olan kişileri” haberdar etmemektir. Olup biten her şeyi Yüce Allah’ın iradesine bağlayıp sadece O’nun koruyuculuğuna sığınmaktır. Allah’ın nimet ve rızık paylaşımı noktasında tezahür eden, ancak herkes tarafından anlaşılması oldukça zor olan mutlak hikmetine teslimiyet. Kişiye ve topluma zarar verebilecek bütün kötü duygulardan kurtulmak için eğitilmesi de bir tedbir olarak düşünülebilir. Kur’ân merkezli psikolojik danışmanlığa dönük müfredat ve programların geliştirilmesi de haset duygularının giderilmesine katkı sağlayabilir.
Müslümanlara yakışan en güzel tavır, insanların elindeki sınırlı imkânlarla duygu dünyasını meşgul etmek yerine, zihnini meşgul eden bu nimetleri, esas sahibi olan Allah’tan istemek olmalıdır. Müslümanlar, başkalarının elinde bulunan nimetlere haset ederek duygu dünyasını kirletmemelidir. O, yerlerin ve göklerin bütün hazinelerinin sahibi olan Yüce Allah’ın tasarruflarının hikmetleri üzerinde tefekkür ederek gönül dünyasını imar etmeye çalışmalıdır.