Hüseyin KUBAT

Hüseyin KUBAT

HİLM

28 Kasım 2024 12:48 Boğaziçi Eğitim Derneği 265

HİLM

(AĞIRBAŞLILIK, TEMKİNLİ DAVRANIŞ)

Sözlüklerde hilim (hilm), “sabırlı ve temkinli, akıllı ve ağır başlı olmak” şeklinde açıklanmıştır (Lisânü’l-ʿArab, “ḥlm” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “ḥlm” md.). Bu kavram İslâm öncesi Arap edebiyatında da “akıl” anlamında kullanılmakta ve çok nâdir kimselerin ulaşabildiği veya önemini takdir ettiği bir meziyet sayılmaktaydı. İbn Manzûr sefehi, “Hilmin karşıtıdır; kök anlamı hafiflik ve harekettir; cehl (cahillik) demektir” şeklinde açıklamıştır (Lisânü’l-ʿArab, “sfh” md.). Cahiliye döneminin temel ahlâkî karakteri olan insanın gücüyle, övünüp böbürlenmesi, kendine güvenmesi, otorite tanımaması, keskin bir şeref duygusu gibi hususlar cehl kavramı içinde mütalaa edilen huylardır (Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 204). Aslında Kur’an’ın müşriklere yönelttiği eleştirilerin temelinde de onlardaki bu cehalet ahlâkı vardır. Zira müşrikler akılları yatmadığı için inkâr etmiyorlardı; aynı zamanda onlar gurur, kibir, inat ve saldırganlık gibi hoyrat duyguları ve kötü alışkanlıkları yüzünden İslâm’ın getirdiği eşitlik, kardeşlik, merhamet, sabır, tahammül, uzlaşma, barış gibi ilkeleri içlerine sindiremedikleri için inkârcılıkta direniyorlardı.

Hilm kelimesinin ‘sabır’, vakâr ve sükûn, ceza vermek istediğinde aceleyi terk etmek, böyle durumlarda müsamahakâr ve affedici davranmak, güçlü iken affetmek, bir iş yaparken önünü sonunu düşünerek acele etmemek’ anlamlarında da kullanıldığı görülmektedir. Osmanlıca sözlüklerde hilm için "doğuştan olan huy yumuşaklığı, şiddete tahammül, nefsini heyecandan korumak, vakâr, sükûn" manalarına yer verilmektedir. Türkçe sözlüklere bakıldığında ise hilm kelimesinin ‘tabiatta yumuşaklık, sabır ve tahammül, yumuşak huyluluk, öfke ve hiddet gerektiren durumlarda kendini yenerek sâkin ve serinkanlı olma’ anlamlarıyla karşılaşılmaktadır. (Kur’an'da Yumuşak Huyluluk (Hilm), Keziban EMRE).

Kur’an’da yer alan "İnkâra sapmış olanlar o zaman kalplerini o gurura, câhiliye dönemine ait büyüklenme duygusuna kaptırmışlardı, Allah da rasulünün ve müminlerin gönüllerine huzur ve güven duygusu verdi, onları takvâ sözüne bağlı kıldı. Zaten onlar bu sözü hak etmişlerdi, onlar buna lâyıktı. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir." (Feth 48/26). “Hamiyyetü’l-câhiliyye” (Câhiliye küstahlığı) tabiri onların bu uzlaşmaz karakterini ifade eder. Buna göre hilme “ağır başlılık, sebat, akıllı ve uygarca davranış” anlamları verilebilir. Ebû Hayyân et-Tevhîdî hilmi “öfkesine hâkim olmak suretiyle düşünce dengesini koruma” şeklinde tarif etmektedir. İsfahânî’ye göre hilimden aklın eylem haline dönüşmesi kastedilmektedir. Zira bu erdem ancak bütün organların kötülüklerden korunmasıyla mükemmelleşir (el-Müfredât, “ḥlm” md.; a.mlf., eẕ-Ẕerîʿa, s. 342). Seyyid Şerîf el-Cürcânî, “öfkenin kabarması halinde itidal ve sükûneti koruma” şeklindeki kısa tanımıyla hilmin özellikle ahlâkî anlamına işaret etmiştir. (DİA).

"Bunu onlara akılları mı emrediyor yoksa onlar azmış bir topluluk mu?" (Tur, 52/32). Bu âyette hilim “akıl” mânasında çoğul şekliyle (ahlâm) geçmektedir. Bunun dışında “hilim sahibi” anlamında halîm kelimesi esmâ-i hüsnâdan biri olarak on bir âyette yer almaktadır. Bunlardan altısı gafûr” (bütün günahları bağışlayan), (bkz. Bakara 2/225,235; Ali İmran 3/155), üçüalîm” (çok iyi bilen), ( bkz. Nisa 4/12; Hac 22/59; Ahzâb 33/51), biriganî” (her şeyden müstağnî), (Bakara 2/263),  biri de “şekûr” (az iyiliğe çok mükâfat veren), (Tegābün 64/17) isimleriyle birlikte bulunmaktadır. Tefsir ve kelâm kitaplarında esmâ-i hüsnâdan olan halîminçok sabırlı, günahkârları cezalandırmakta acele etmeyen” veya “kullarının isyanından etkilenmeyen, günahkârlara gazap etmesi kendisini telâşa düşürmeyen, her işi olması gerektiği ölçüde yapan” anlamlarına geldiği belirtilir.

Halîm; Yüce Allah’ın Esmâ-i Hüsnâ’sından olup ‘asi kimseleri cezalandırmada acele etmeyen ( bkz., Bakara, 2/225), muktedir olduğu halde çok müsâmahalı, affedip hoş gören, es-Sabûr (çok sabırlı), tahriklere kapılmayan, günahkârlara gazap etmesi kendisini telaşa düşürmeyen, her işi olması gerektiği ölçüde yapan’ anlamlarına gelmektedir. İbn Manzûr’a göre, günahkârların yaptıkları hataların Yüce Allah’a herhangi bir etkisi olmaz. O, onlara ceza vermekte acele etmez; çünkü her şey için bir ecel takdir etmiştir ve her şey eceline gitmektedir.’(İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, C. XII, s. 146).  Allah (c.c.), insanlar tarafından işlenen günahları affeder, merhametlidir. Ama O’nun merhameti, kuvvet ve kudrete dayalı bir merhamettir ve gerisinde şiddetli cezalandırma imkanını taşımaktadır. Bu bağlamda Allah’a izafe edilen Halîm sıfatı O’nun için zayıflık ve acizlik işareti değil aksine güçlü olmasının göstergesidir. İnsanlar hakkında tanınmış bir iyileşme süreci olarak düşünülmeli ve gereği yapılmalıdır. (Izutsu, a.g.e., s. 196).

İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) Abdülkaysoğullarından Eşecc’e: “Sende Allah’ın sevdiği iki özellik vardır: Yumuşak huyluluk ve ihtiyatkârlık” buyurdu. (Müslim, Îmân 25, 26. Tirmizî, Birr 66). Bu hadisteki hilim “akıl”, ihtiyatkarlık, teennî de “kararlılık, acelecilikten sakınma” anlamına geldiği belirtilmektedir. Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Aklı başında olanlarınız (namazda) benim hemen arkamda dursun. Sonra bu vasıflarda onları takip edenler dursunlar. (Hz. Peygamber bu cümleyi üç defa tekrarladı. Namazda çarşı-pazarlardaki keşmekeş (ve kargaşaya benzemek)ten sakının.”(Müslim, “Salât”, 123). Rasûl-i Ekrem’in, namazda imam olduğu sırada arkasında duracak kimselerde aradığı şartları ifade eden “ülü’l-ahlâm ve’n-nühâ” şeklindeki sözünü “zevü’l-elbâb ve’l-ukūl” olarak açıklamış; bununla da cemaat içinde en bilgili, yetişkin, olgun ve ibadet kültürüne sahip kişileri anlatmak istemiştir.

Hilmde sabır, sekînet ve vakâr vardır. O, ‘öfkeye, ihtiraslara ve bencil duygulara hâkim olarak ağırbaşlı davranmak’ demektir. Fakat asla güçsüzlük ve onursuzluktan kaynaklanan bir acizlik göstergesi değildir. Hilm, üstün bir akıl gücüdür. Bu gücün olmadığı yerde hilm de yoktur. O, başkaları tarafından idare edilenlerin değil, başkalarını idare edenlerin vasfıdır. Yaratılış bakımından zayıf ve güçsüz olan bir kişiye, kızdırıldığı takdirde, ne kadar sakin durursa dursun halîm denmez. O sadece zayıf bir kimsedir. Halîm o kimsedir ki istediği zaman her şeyi yapabilecek gücü ve kudreti olduğu halde öfkesini dizginler ve ona hâkim olur. (Izutsu, a.g.e., s. 195). İntikam almak için ellerinde herkesten ziyade fırsat olan âmirlerin, reislerin bu sıfatla vasıflanmış olması önem arzetmektedir. (Ahmet Hamdi Akseki, Ahlâk Dersleri, Ankara: DİB Yayınları, 2016, s. 230). Hilmin de bir ölçüsü vardır. Halîm olacağım diye zulme boyun eğmek doğru değildir. Halk arasında hilm-i himârî denilen böylesi yumuşaklık, kötü kimselerin kötülük yapma arzusunu ve cesaretini kamçılayacağı için son derece yanlıştır. Yeri gelince haksızlığa, zulme baş kaldırmak bir fazilettir. (M. Yaşar Kandemir, İsmail L. Çakan, Raşit Küçük, Riyâzü’s- Sâlihîn Peygamberimizden Hayat Ölçüleri, I-VIII, İstanbul: Erkam Yayınları, 2010, C. III, s. 572). Âciz olduğu durumlarda halîm görünüp de eline fırsat geçtiği zaman intikam alan kimselere halim denmez, onlara bu isim verilmez.

Hilm, ‘öfke anında dingin olmak ve zalime verilecek cezayı ertelemek, akıllı ve kültürlü olmakla elde edilen, beşerî ilişkilerde hoşgörülü, affedici ve uygarca davranışlar teşhir etmeyi sağlayan ahlâkî fazilet’ şeklinde tarif edilmektedir. Bu tanıma göre, “Hilm” kavramının anlam alanına en yakın kelimeler şunlardır: Sabır (sabırlı olmak/sabretmek), Akıl (akıl/zekâ/kavrayış), Müsâmaha (hoşgörü/anlayış), Sekînet (huzur, sükûnet), Vakâr (ağırbaşlılık ve ciddilik)’dır.  Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’indeki bir rivayette geçen (“Ḥudûd”, 31) ve Hz. Ömer’in hilâfete kendisinden daha lâyık olduğunu düşündüğü Hz. Ebû Bekir hakkında söylediği, “O benden daha halîmdir” şeklindeki sözde halîm “akıllı, deneyimli, olgun” anlamına gelir. Hz. Ömer burada Hz. Ebubekir' in daha akıllı, daha yumuşak, daha ağırbaşlı ve dikkatli olduğunu belirtmek istemişti. Zira bu hilâfet seçiminden bir müddet önce Hz. Ömer Peygamberimizin vefatını kabullenmemiş, O'nun öldüğünü söyleyenleri tehdit etmiştir. Aynı olayda Hz. Ebubekir Peygamberimizin vefat ettiğini söylemiş ve şu ayeti; "Muhammed yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geri dönecek misiniz? Kim geri dönerse bilsin ki Allah’a asla bir zarar vermiş olmayacaktır. Allah şükredenleri ödüllendirecektir. " (Ali İmran 3/144) okuyarak Hz. Ömer ve diğer sahâbîlerin de sakinleşmesini sağlamıştır.

Kaynaklarda hilim biri zihnî, diğeri ahlâkî olmak üzere iki anlamda geçmektedir. Zihnî hilim akıl demektir. Câhiz, “Hilim kelimesi ilmi ve hazmi (ihtiyat, tedbirli olma) içine alan kapsamlı bir isimdir” diyerek ilmi de hilmin içinde göstermiştir. Bu anlamdaki hilim ahmaklık, sefahat (beyinsizlik) ve cahilliğin karşıtı olarak gösterilir. Buna göre hilim sahibi insanın bir özelliği akıllı ve bilgili olmak, ahmaklıktan, sefahatten ve cahillikten uzak bulunmaktır. “Onlara bunu akılları mı emrediyor?” meâlindeki âyet (et-Tûr 52/32) dolaylı olarak müslümanlara aklın irşadına uymayı, akıllı davranmayı, ahmak, beyinsiz ve cahil olmaktan uzak durmayı gerekli kılmaktadır. Bu âyetin devamındaki, “Yoksa onlar sınır tanımayan (tâğî) bir kavim midir?” ifadesinden anlaşıldığına göre hilimde tuğyanın karşıtı olan bir anlam da vardır. Buna göre akıllı insan azgınlık yapmaz, haddi aşmaz, öfkeye kapılıp kendinden geçmez. Böylece Kur’ân-ı Kerîm’de çok sık tekrar edilen “akıl etme, bilme, tefekkür, tedebbür, itibar, nazar (düşünme)” gibi zihnî faaliyetlerle hilim erdemi arasındaki bağlantı da ortaya çıkmakta, ayrıca İslâm’ın bir hilim dini, yani -kelimenin İslâm’a özgü anlamıyla- akıl ve bilgi dini olduğu anlaşılmaktadır. (Mustafa Çağırıcı, İslâm Ansiklopedisi, Hilim md.)

Hilm kavramının dini literatürde ve Kuran'da, birçok karşılığı bulunmaktadır. Bunlardan biri de''hoşgörü'' dür. Birçok ayette, Hz. Muhammed'in sadece ''müjdeleyici ve uyarıcı bir elçi'' olduğu açıkla belirtilmiştir. Kimse, inancı ve düşünceleri için zorlanamaz. Hilm, hem hoşgörülü hem de yumuşak başlı olmak demektir. İslamiyet'in ilk yıllarında müşrikler, hem Hz. Muhammed'e hem de sahabeye düşmanca tavırlar sergilemiş, İslamiyet'i seçip Müslüman olan kişilere işkence edip onların Mekke'den Medine'ye hicret etmelerine neden olmuştur. Buna karşın, 630 yılında Mekke'nin fethedilmesiyle birlikte esir alınan binlerce müşrik şartsız bir şekilde serbest bırakılmıştır. Hilm, öfke anında kendini tutmak, gücü yetse de intikam almaktan kaçınmak, tahammül etmek ve sabır göstermek anlamlarına gelir. Hilm sahibi olmak ise tahammülkar olmak ve yumuşak huylu olmak demektir. Hilm sahibi olan kişiler kendisine kötülük edenlere karşı affedici davranırlar ve kin tutmazlar. Güçleri yetse bile kendisine kötülük yapanlara karşılık vermezler ve yumuşak bir kalbe sahip olurlar. Him sahibi olanlar sabırlıdır ve öfke anında da kendilerini tutarlar.

Hilm Allah'ın isimlerinden biri olarak Kur'ân-ı Kerîm'de aşağıda zikredilen şu olaylar ve davranışlardan sonra geçmektedir. Ağız alışkanlığı ile yapılan yeminler (Bakara, 2/225); Kocası ölen kadınlara, iddet müddetleri bitmeden önce yapılan evlenme teklifleri (Bakara, 2/235); Verilen sadakaları minnet ederek, başa kakarak boşa çıkarmak, sevâbını yok etmek (Bakara, 2/263); Allah Teala'nın emirlerini güç yettiğince yerine getirmek, cimrilikten sakındırmak, Allah yolunda harcayıp sarfetmek (Teğâbün, 64/17); Mü'minlerden cihad etmekten ve savaştan geri dönenler (Âl-i İmrân, 3/155); Bildirilen mîras paylarına riâyet etmek (Nisâ, 4/12), Rasûlullah (s.a.s)'in eşlerinin kendisine karşı davranışları (Ahzâb, 33/51), Dînî hükümlerde zorluğa götürecek lüzumsuz soruların Hazreti Peygamber (s.a.s)'e sorulması (Mâide, 5/101) vb. halinde zikrettiğimiz bu âyetlerde geçen hilm cezalandırmakta aceleci olmamak, affetmek ve müsamahakârlık etmek anlamındadır.

Hilim ahlâkının en çok yaşanması gereken zamanlar, insanın öfke ve hiddete kapıldığı, aklın yerini hissin aldığı nâzik anlardır. Böyle bir anda nefsini dizginleyebilmek, mânevî bir olgunluk ister. Nitekim Peygamber Efendimiz de: “Yiğit dediğin, güreşte rakibini yenen kimse değildir; asıl yiğit, kızdığı zaman öfkesini yenen kişidir.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Edeb, 76; Müslim, Birr, 107, 108). Yine Peygamber Efendimiz (sav) yeni Müslüman olan, dînin edep ve nezâketini yeterince öğrenme fırsatı bulamayanlara karşı da dâimâ halîm ve müsâmahakâr davranmıştır. Nitekim şu hâdise bunun tipik bir misâlidir: Bedevînin biri, Mescid-i Nebevî’de küçük abdestini bozmuştu. Sahâbîler hemen onu azarlamaya başladılar. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sav): “Adamı kendi hâline bırakın. Abdest bozduğu yere de bir kova su dökün. Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz, zorluk çıkarmak için değil.” buyurdu. (Buhârî, Vudû’ 58, Edeb 80)

Günümüzde tolerans diye de ifade edilen müsamahakârlığı (hilm'e) dînî esaslardan fedakârlık etme şeklinde anlamak ve yorumlamak doğru değildir. Zira buna kimsenin yetkisi yoktur. Dîn, Allah'ın dîni; o esasın uygulanmasını isteyen de Allah'tır. Yapılan bir kötülük veya ayıp, şayet toplumu ilgilendiriyorsa, onu hoş görmeye ve affetmeye çalışma, o hususta halîm-selîm davranma hakkı kimseye verilmemiştir. Hazreti Aişe (r.a) Peygamber efendimiz'in hilm anlayışını ve müsamahasını anlatırken şahsî hiç bir meselesinden, uğradığı zararlardan dolayı kimseyi incitmediğini, hiç bir kimseden intikam almaya kalkmadığını belirttikten sonra der ki: "Allah'a ait bir hak ayaklar altında çiğnenirse, onu hiç affetmez, hemen o kimseden Allah adına intikam alırdı" (Müslim, Fedâil, 79).

Hüseyin KUBAT

Yorum Ekle

İlk Yorumlayan Siz Olun!

YAZARIN SON 5 YAZISI

Tüm Yazıları

SON HABERLER

Boğaziçi Eğitim Derneği

Boğaziği Eğitim Derneği Kurumsal Web sitesi.

Boğaziçi Eğitim Derneği

İstiklal Mah. Hamikoğlu Sok. No:16
44320 Battalgazi / Malatya

Dernek Yazılımı: Medya İnternet™ - Dernek Sitesi Kulga © Tüm Hakları Saklıdır.