İslâm’ın önem verdiği ahlâkî tutumlardan biride kanaatkârlıktır. Kanaatkâr olmak güzel bir huy ve tavsiye edilen bir özelliktir. Kanaatkâr kelimesinin TDK sözlük anlamı az olan ile yetinen demektir. Elindeki malın kıymetini bilen ve idare eden kişi demektir. Kanaatkâr aynı zamanda yetingen olarak da ifade edilmektedir.
Kanaatkâr ifadesi az mal ile yetinen kişileri tarif etmek için kullanılıyor. Elindeki mal ile idare eden kişilere kanaatkâr deniliyor.
Sözlükte “payına razı olma” mânasında masdar olan kanâat terim olarak “kişinin azla yetinip elindekine razı olması, kendisinin ve sorumluluğu altında bulunanların ihtiyaçlarını asgari ölçüde karşılayabileceği maddî imkânlarla iktifa edip başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsından kurtulması” şeklinde açıklanmakta; hırs, tamah, şereh (hazlara düşkünlük) ve tûl-i emel gibi kavramlarla ifade edilen mal ve dünya tutkusunun kalpten silinmesiyle kazanılan ahlâkî bir erdem olarak değerlendirilmektedir. (TDV İslam Ansiklopedisi)
Kur’ân-da kanaat kelimesi geçmiyor. Ancak birçok âyette kanaatkârlığın önemi üzerinde durulmuş, dünyaya ve mala karşı aşırı düşkünlük ve hırs yerilmiştir. Nahl sûresindeki bir âyette (16/97), erkek olsun kadın olsun her mümine yapacağı iyi ve yararlı işler için vaad edilen mutluluğu anlatan “güzel hayat” tabiri kanaatkârlıkla yorumlanmıştır. Hadislerde de gerek kanaat kökünden kelimelerle gerekse başka ifadelerle kanaatkârlığa vurgu yapıldığı görülmektedir. Bu hadislerde Hz. Peygamber’in kanaatkârlığı bir iffet, tok gözlülük ve gönül zenginliği olarak değerlendirdiği (Buhârî, “Zekât”, 18; Müslim, “Zekât”, 124); İslâm’la hidayete kavuşup yeterli miktarda rızka sahip olan ve buna kanaat eden kişiyi övgüyle andığı (Müsned, II, 168, 173; Müslim, “Zekât”, 125); “Asıl zenginlik mal çokluğu değil gönül zenginliğidir” dediği (Buhârî, “Riḳāḳ”, 15; Müslim, “Zekât”, 120); kanaatkârlığı şükrün en ileri derecesi saydığı (İbn Mâce, “Zühd”, 24) bildirilmektedir.
Mâverdî kanaatin üç derecesinden söz eder.
İlk ve en ileri derecesi, dünya nimetlerinden hayatın devamına yetecek kadarıyla yetinip başka bir şey istememek; ikincisi, kullanıp değerlendirebileceği kadarına sahip olup elinde fazladan kalabilecek şeylere ilgi duymamak; üçüncüsü de imkân ölçüsünde olanları istemek, güçlükle kazanılabilen şeylerin peşinde koşmamaktır (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 224-225). Mâverdî sırf zengin olma hırsına kapılanları, kötü arzularını tatmin için aza kanaat etmeyenleri eleştirmekle birlikte hem kendisine hem de başkalarına faydalı olma düşüncesiyle zaruret ölçüsünden daha fazlasını kazananların en çok takdire lâyık kimseler olduğunu belirtir. Çünkü ona göre mal birçok iyiliğe vasıta, dine dayanak ve insanların kaynaşmasına yardımcı olur (a.g.e., s. 146-147, 208-209, 214-224).
Kanaat çalışıp kazanmak, kazandığını israf etmeden ihtiyacı için kullanmak, fakir ve muhtaç olanlar için kullanmaktır. Kanaatkârlık kazandığını biriktirmeden, istiflemeden gerekli yerlere harcamaktır. İslâm dini aşırı mal biriktirmeyi hoş görmez, bilâkis malın kullanılmasını ve insanların faydasına harcanması gerektiğini söyler. İhtiyaçtan fazla mal, mülk ve paraya sahip olan kişinin onu infak etmesini veyahut birilerine istihdam sağlamasını önerir. Zira biriktirilip kullanılmayan paradan kimseye fayda gelmez. Sahibini dünyaya bağlayıp cimri yapar, başkasına da fayda vermez zaten. Bu sebeple paranın tedavülde olması daha doğru ve daha faydalıdır. Birilerine fayda sağlayacaktır. İslâm ataleti, boş oturmayı ve kimseye fayda sağlamamayı tasvip etmez.
Paranın tedavülde olması yani kullanılması risklidir. İnsan parayı çalıştırırken yanı ticaret yaparken kaybetme riskide vardır. Fakat başkasına yararlı olmak için bu riske katlanılması, riskli de olsa bunu tercih etmek gerekli ve daha önemlidir. Çünkü İslâm’da bencillik yoktur. Başkasını düşünmek te vardır ve bu çok önemli bir ahlâkî erdemdir. İnsan sosyal bir varlıktır. Başkalarıyla birlikte yaşamak zorundadır. Her toplumda da mutlaka fakir ve muhtaçlar olacaktır. Bunların ihtiyaçlarını karşılamak insanların en önemli görevlerindendir.
Mala, mülk ve paraya aşırı baglılık insanı dünyaya baglar. Bu da insanı bencilleştirir. Bencil, egoist insanların topluma faydaları olmadığı gibi zararları olur. Hâlbuki iyi insan başkasına faydalı olandır. “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Buhârî, Mağâzî, 35.) Allah yarattığı her varlığın rızkını yarattığını belirtiyor. Bu insanlar için bir güvencedir. Ancak bu hiç çaba ve gayret etmeden rızık elde etmek anlamına da gelmez. Zira Allah kişinin çabasının gerekli olduğunu ve bu çabasının mutlaka karşılık bulacağını belirtmiştir. “İnsan için yalnız kendi çalıştığının karşılığı vardır.Çalışmasının karşılığı da yakında kendisine gösterilecektir. Sonra ona emeğinin karşılığı tastamam ödenecektir!” (Necm:39-41) Allah, her insanın maslahat ve menfaatinin, kendisine ne kadar verilmesi gerektiğini bilir. Buna göre de kullarının rızıkları hususundaki farklılık, kimisine çok kimisine az vermesi kendisinin cimri olması veya adaletsiz olması sebebiyle olmayıp, tam aksine, onların menfaatlerini görüp gözetmiş olması sebebiyledir.
Kanâat Allah’ın verdiğine razı olmak anlamına gelir. Bu bakımdan mümin’in çok önemli bir vasfıdır. Cenab-ı Hakk’ın kendisine verdiğine razı olmak anlamına gelen bu kelime bu vasfa sahip olan müslümanın birçok kötülüklerden uzak kalmasını sağlayabilir. Kanaatkâr olan müslüman haramlara bulaşmaz. Kanaatkâr olan müslüman başkasının hakkını gasp etmez. Büyük günahlardan uzak kalmış olur. İsrafa düşmez; yani birçok kötülükten kendisini korumuş olur. Kötülükten uzak olan kimse iyi bir insan, ahlaklı bir birey olacaktır. Ahlaklı bireylerin oluşturduğu toplum huzur ve mutluluğun merkezi olacaktır. Zaten istenen de budur. Hangi din, düşünce ve anlayışa sahip olursa olsun tüm insanların birinci amacı huzurlu ve mutlu bir toplum oluşturmaktır.
Kanaatkârlik sadece para ile madde ile ilgili bir konu değildir. İnsanın sahip olduğu her şey ile yetinmeyi bilmesi gerekir. Eşler eğer beraber yaşamayı düşünüyorlar, birlikte yaşamanın daha hayırlı olduğunu düşünüyorlar ise birbiriyle yetinmelidirler. Eksik ve kusurlarını öne çikarmamaları, güzel ve iyi yönlerini hatırlayıp yetinmeyi bir şekilde öğrenmelidirler. İnsanların eksik yönleri olduğu gibi mutlaka iyi yönleride vardır. Böyle bir bakış açısı kendilerini daha mutlu ve huzurlu yapacaktır. Ailedeki huzur çocukların mutlu ve sağlıklı yetişmesini sağlayacaktır. Sağlıklı bireylerden oluşan toplumda huzurlu ve mutlu olacaktır.
İnsanların kendisiyle barışık olması güzel bir duygudur. Bireyler kendilerinin kapasitesinin farkında olup bunu kabul etseler hem daha mutlu ve daha başarılı olurlardı. Ancak kişi kapasitesinin farkında olmadığı zaman aynı işi yapan insanları kıskanmaya ve onları sürekli eleştirmeye başlayacaktır. Kendi işine odaklanmak yerine başkası ile uğraştığı icin hem kendi başarısı düşecek hemde başkalarının morallerini bozduğu için onların da başarısını düşürecektir. Mutluluk ve kendi işine odaklanmak hem kendi alanında uzmanlaşmayı sağlayacak hem de başarıyı getirecektir.
Dikkat edilirse kanaatkâr olmak her yerde ve her zaman insana ve topluma fayda sağlamaktadır. Bütün bu özellikler İslâm dininin önem verdiği ve ısrarla tavsiye ettiği hasletlerdir. Kanaatkâr olmak; digergam olmayı, başkasını kıskanmamayı, işine odaklanmayı, fedakar olmayı sağlayacaktır. Hâlbuki maddeci, kapitalist anlayış sürekli kazanmayı ve biriktirmeyi ister. Bundan dolayı alanında her zaman en üstte, ilk sırada olmayı telkin eder. Bu dugular ise insanda kıskanmayı, bencilliği ve cimriliği arttırmaktadır. Bu tür kişiler insanlığa faydadan çok zarar getirecektir.
Dünyaya uzun zamandır huzursuzluk ve kaos ortamı hâkimdir. Bunun en önemli nedeni bireysel, egoist bir anlayışa sahip olan bencil insanlardır. Bencil, kendisinden başkasını düşünmeyen kıskanç insanların toplumu getirdiği nokta kargaşa, kaos ve savaşlardır, gözyaşıdır, katliamlardır, sürgünlerdir. Bunlardan kurtulmanın tek çaresi elindeki ile yetinmeyi bilmek, başkasının sahip olduklarına göz dikmemektir.