Hüseyin KUBAT

Hüseyin KUBAT

KARUN VE KARUNLAŞMAK

02 Ocak 2025 17:45 Boğaziçi Eğitim Derneği 280

KARUN VE KARUNLAŞMAK

"Kārûn Mûsâ’nın kavmindendi. O, gücüne dayanarak onlara haksızlık etmekteydi. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki sadece anahtarlarını güçlü kuvvetli bir ekip bile zor taşırdı. Halkı ona şöyle demişti: “Sakın şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdiğinden âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas, 28/76-77). Karun, Hz. Mûsâ’nın amcasının oğlu ve Firavun’un yüksek seviyede bir görevlisi olarak tanıtılmakta, İsrâiloğulları’na karşı zalimlik ve taşkınlık ettiği rivayet edilmektedir. Hz. Mûsâ’ya önce iman etmiş, fakat daha sonra hırsı ve kıskançlığı yüzünden ona karşı çıkmıştır. Rivayete göre İsrâiloğulları içinde dinî mâlûmatı en geniş olan kimseydi. İlmi ve servetiyle övünür, soydaşlarına karşı büyüklük taslardı. Ne var ki inançsızlığı, kibir ve gururu yüzünden helâk olup gitmiştir. Kārûn çok zengin bir kimse idi. Hattâ hazinelerinin anahtarları güçlü bir ekip tarafından zor taşınıyordu. Âyette geçen "usbe" kelimesi ekip anlamına gelmektedir ki, on yahut daha çok (kırka kadar) kişiden oluşan, birbirine sıkı sıkıya bağlı güçlü bir cemaat” anlamına gelmektedir. 77. âyetteki öğüt, Allah’a ve peygamberine iman ederek aydınlanmış müminlerin öğüdüdür. Dünyadan nasibin unutulmaması iki şekilde anlaşılabilir: a) Asıl amaç âhiret yurdunu kazanmaktır, ancak dünya nimetlerinden de meşru şekilde yararlanmak gerekir. b) Bağlama daha uygun olan açıklama ise şöyledir: Dünya hayatı, ebedî âlemdeki hayata göre çok kısadır; kul bunu unutup dünya ebedî imiş gibi kendini ona kaptırmamalı, dünyasını, dünya nimetlerini âhireti için değerlendirmelidir.

Kur’an’ın Kasas sûresinde (28/76-82) Kārûn Hz. Mûsâ’nın kavminden, hazinelerinin anahtarlarını ancak güçlü bir topluluğun taşıyabildiği, zenginliğiyle mağrur bir kişi olarak takdim edilir. Kārûn gösterişi sevmekte, kavminin arasında ihtişamla dolaşmakta, bu ise bazılarının hayranlığını celbetmekteydi. Kavminin, servetiyle böbürlenmemesi gerektiği yönündeki uyarılarına karşı Kārûn bu serveti kendi bilgisi sayesinde yaptığını ileri sürüyordu. Nihayet kendisi ve evi yerin dibine geçirilmiş, bu âkıbetten ne kendini kurtarabilmiş ne de onu kurtaracak bir topluluk çıkmıştır. Diğer âyetlerde de Hz. Mûsâ’nın apaçık delillerle Firavun, Hâmân ve Kārûn’a gönderildiği, fakat onların Mûsâ’yı yalancı bir sihirbaz olarak niteledikleri, ona karşı çıktıkları, yeryüzünde büyüklük tasladıkları, sonuçta her birinin farklı şekillerde cezalandırıldığı belirtilmektedir (Ankebût 29/39; Mü’min 40/24). (DİA).

Kārûn’la ilgili çeşitli rivayetler vardır. Tevrat’taki şecere verilerek onun Mûsâ’nın amcasının oğlu olduğu belirtilir. Hatta Hz. Mûsâ’nın kardeşi olduğunu bile söyleyenler bulunsa da, yakın akrabası olduğu bilgisinin daha kuvvetli olduğu belirtilmektedir. Mûsâ ve Hârûn’dan sonra İsrâiloğulları’nın en bilgilisi ve üstünü sayıldığı, Tevrat’ı ezberleyip çok güzel okuduğu, İsrâiloğulları Mısır’da yaşarken Firavun tarafından onlara yönetici tayin edildiği, fakat tıpkı Sâmirî gibi Allah düşmanı olup bozgunculuk çıkardığı, Hz. Mûsâ’dan simya ilmini öğrendiği belirtilmekte; evinin, elbiselerinin, hazinelerinin özellikleri, gösterişli tavırları nakledilmektedir. Mal ve mülkun kendisini saptırdığı  belirtilmektedir. Sahip olduğu zenginliğin tamamen kendi ilminin ve dehasının, aklının çalışması, kendi çabasının eseri olduğuna inanıyor ve bunu iddia ediyordu. Gururlu bir şekilde; “bu kadar mal ve hazineler bende olan ilim sayesinde verilmiştir. Ve tamamiyle bana aittir.” demeye başladı. Kârûn, sahip olduğu bu servetle göz kamaştırıyordu. Dünya hayatını arzulayanlar, keşke ona verilenlerin benzerleri bizim de olsaydı, diye söyleniyor ve onu çok şanslı zannediyorlardı. Ancak, ilim sahipleri öyle düşünmüyorlardı. Kârûn’a imrenenleri ikaz ederek, iman edip iyi şeyler yapanları çok daha büyük mükâfatların beklediğini hatırlatıyorlardı. Bu mükâfata ulaşmaları için yapmaları gereken sadece sabretmekti. Halbuki, başta Ad ve Semud kavmi olmak üzere nice zengin, kuvvetli kişi ve kavimler gelmişler ve isyanları dolayısıyla helâk olup gitmişlerdi. Kötü sonlarını ne servetleri ne de sahip oldukları bilgileri engelleyebilmişti.

Kârûn; mal, mülk, servet ve bilgisine güvenerek Allah’ın emirlerine karşı çıkmış oldu. İmtihanı kaybedip Allah’ın gazabına uğradı. Büyük bir felaket sonrasında bütün mal ve mülkü ile birlikte yerin dibine battı. Kendisi ve servetinden hiçbir eser kalmadığı gibi arkasında akrabası da kalmadı. Kendi sebep olduğu akıbetiyle âleme ibret oldu. “Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkarcılar iflâh olmazmış! demeye başladılar” (Kasas, 82). Kārûn mal hırsının, kapitalizmin ve kibrin en önemli temsilcilerinden biridir. Şımarıklığı ve kibri sonunu getirmiş ve tüm varlığıyla birlikte mûcizevi olarak yerin dibine batırılmıştır.

Karun, kazanırken helal haram tanımayarak zengin olan ve bu zenginliğine dayanarak büyüklenen biridir. Bu yönüyle bir sembol ve her devirde aynı frekansı tutan herkesi temsil eder. Dün de Karunlar vardı bugün de. Karunluğun, Karunların her devirde varolduğunu ve zalim iktidarların gözdesi olduğunu söyleyebiliriz. Karun ismi Kur´an´ı Kerim´de birçok âyette geçmektedir. "Gerçekten Karun, Mûsâ´nın kavmindendi. Ama, onlara karşı azdı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır geliyordu. Hani, kavmi ona ´Şımarma; çünkü Allah şımaranları sevmez. Allah´ın sana verdiği şeyde ahiret yurdunu gözet, dünyadan da payını unutma. Allah´ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk isteme; çünkü Allah, bozguncuları sevmez´ demişti de, O, ´Bu servet bana, ancak, bende olan bilimle verilmiştir´ diye cevap vermişti. Bilmez mi ki, Allah, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok etmiştir. Suçlulardan suçları sorulmaz. Derken debdebe içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler, ´Ne olurdu, Karun´a verilen gibi bizim de olsaydı; doğrusu, bu, büyük bir hazdır´ demişlerdi. Bilgilendirilmiş olanlar da, ´ Yazıklar olsun size; İnanan ve yararlı iş isleyen kimseye Allah´ın sevabı daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir´ demişlerdi. Derken, kendisini de, konağını da yerin dibine geçirdik. Şimdi, Allah´tan başka kendisine yardım edebilecek kimseler de yoktur. Kendini savunabilenlerden de olamamıştır. Daha dün onun durumuna imrenenler, 'Vay, demek ki, Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletiyor da, daraltıyor da. Eğer bize lütfetmemiş olsaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki, kâfirler gerçekten kurtuluşa erişmiyor´ demeye başladılar" (Kasas, 76-82. (Ayrıca bkz. Ankebut, 39, Mü´min, 23/24).

Kur´an bize Karun´un büyük zenginliği, kavminin karşısında böbürlenişi, öğütlere kulak vermeyişi, sonunda da zenginliğiyle birlikte yok edildiğini hatırlatır. Karun'u azdıran elinde tuttuğu ve ona dayanarak böbürlenip, gösteriş içine girdiği zenginliğidir. Karun sadece kendi zengin olmakla yetinmeyip kavminin diğer kişilerini de kendisi gibi azgınlığa, kibre, böbürlenmeye ve kendisine uymaya çağırmaktadır. Allah (cc) zenginliği ile kibirlenen ve insanları hakir gören Karun´u uyarmasına rağmen Karun dinlemez ve bir de demagoji yaparak “Bu serveti, bende olan bir ilim sayesinde kazandım.” deme küstahlığını gösterir. Karun´un söylediği sözler çok tanıdık geliyor. Günümüzde de zenginliği ile övünen ve bunu insanları ezmek için kullanan tiplerin Karun ile benzerliği aynıdır.

İslam servete asla karşı değildir. Ancak servetin nereden ve nasıl kazanıldığına ve nereye harcanacağına karışır. İslam, zenginliğin helal yoldan kazanılırsa temiz olacağını ve helal yollarda harcanırsa temizliğini devam ettirebileceğini belirtir. Bugün değişik sebeplerle zengin olanların -müslüman veya kafir- aynı yaşantı biçimini kabullenip yaşamaları hepsinin Karun olduğunu ve Karunlaştığını açık biçimde ortaya koyar. İslam dayanışmayı, yardımlaşmayı, infak etmeyi teşvik eder. Allah (cc) zenginlerin fakirlere yardım etmesine aracı olacak zekât, infak ve sadaka gibi  ibadetlerden çokça bahseder. Kur´an burada zenginlere, “Herseyin sahibi Allah olduğu gibi senin malında Allah (cc)'ın vergisidir. Malının temiz olması için onun içindeki fakir hakkını vermelisin. Vermezsen malın kirlenir, fakirin hakkı karışır ve sen Karun gibi olursun.” ikazını yapar.

Bugün ülkemizdeki Müslüman zenginler Kur´an´ın belirtiği ölçülerde zekât, infak ve sadakalarını verseler eminim hiç bir fakir kalmaz. Evrensel, dini, ahlaki ve ekonomik değerler açısından servet düşmanlığı yapılamaz, mala kötü gözle bakılamaz; yine bu değerlerin ortaya koyduğu ölçüler içinde servetten özgürce istifade edilebilir. Karun’un serveti ondaki cimrilik ve şımarma duygusunu güdülemiştir. Böylece o, sadece dünya hayatının süs ve şatafatı gibi geçici şeylerle mutlu olacağına inanarak yanılmıştır. Karun, ekonomik üstünlüğünden hareketle büyüklenme duygusuna kapılmış, küçük gördüğü halkına tepeden bakacak kadar yabancılaşmış, elindeki servetin sırf kişisel bilgi ve çabasının ürünü olduğu düşünce ve saplantısıyla egoist ve bencil bir kişilik sergilemiştir.  Karun’un benliğini saran hırs ve tamah duygusu gibi sahip olduğu zenginliği de sürekli dünya malı odaklı düşünmesine sebep olmuş, kişisel olarak normal görüp normal yaklaştığı bir seri olumsuz duygu ve düşünceler Karun’u içinden çıkamayacağı bir yığın negatif tutumlar içine çekmiştir. Karun içinde yaşatıp büyüttüğü bir sürü olumsuz duygu ve düşüncelerin benliğini saran etkisiyle alkollü sürücünün kontrolünü kaybetmesi gibi pozitif değer algısını yitirmiş, içinde bulunduğu bu tutumun doğal sonucu olarak yaşadığı ve yaptığı bir çok zulüm ve ihlallerle yolunu kaybetmiş ve sonunda helak olup gitmiştir. Sürekli halka karşı övündüğü malı ve avanesi kendisine hiçbir fayda sağlamamıştır. Hattâ birkaç kişi dışında ailesi ve avanesinin bile kendisini terkettigi söylenmektedir.

İşte mal ve mülke aşırı bağlılık ve dünyevileşmenin insanı getirdiği nokta. Dünya malına aşırı düşkünlük kişiyi daha da hırslı hale getirmekte, kazandıkça daha fazlasını istemektedir. Aşırı hırs ve zenginlik beraberinde kibirlenmeye, kendisine aşırı güvenden dolayı diğer insanlardan kendini üstün görmeye götürmektedir ki, kibir en büyük felaketlerden biridir. Kibirli insanın gerçeği, hakkı dinleyip kabul etmesi çok zordur. Herkesi küçümsediği ve kendisini üstün gördüğü için başkalarını dinleme ve onların görüşlerini kabul etmesi mümkün olmuyor. Kendinden daha aşağı gördüğü kimselerin görüş ve düşüncelerini dinleme gereği duymadığı gibi onları dinlemeye değer de görmüyor. Ayrıca aşırı hırs ve mal biriktirme arzusu kişinin her türlü yol ve yönteme başvurmasına neden olmuyor. Böylece para ve mal kazanmak için her yolu mübah görüyor. Çalıp çırpmak, başkasının hakkını gaspetmek hiç önemli değil, yeter ki kendisi kazansın. Asıl amaç para kazanmak, biriktirmek ve zengin olmaktır.

Kendisi her türlü yöntemle para ve mal sahibi olduğu için bu yollara başvurmayan insanları saf ve enayi olarak görmekte ve onları küçümsemektedir. Kendince uyanık olduğu için kendini  diğerlerinden üstün görmektedir. Değer ölçüsü mal ve makam sahibi olmaktan ibaret olduğu için mal ve makam sahiplerine değer vermekte, fakir ve garibanları değersiz görüp aşağılamaktadır. Böyle bir anlayışa sahip olan kişiler hiç bir sınır ve ilke tanımamaktadır. Şımarıklık içinde hareket edip durmaktadır. İlke ve sınır tanımadığı için yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarmaktadır. Mal ve makam sahibi olduğu için kendisini değerli görmekte, dolayısıyla kibirlenmekte ve diğer insanları küçümsemektedir. "Kibir insanın kendisini başkalarından üstün görmesi, insanları küçümsemesi, hakkı ve gerçeği kabule yanaşmamasıdır. Kibirli insan herkesin kendisine saygı gösterip övmesini, her yerde en ileride ve en önde görünmeyi ister. Yürümesinde, konuşmasında, oturup kalkmasında sun’i bir çalım vardır. Kibir insanın kendisinde hissettiği bir tür gerçek ya da hayali bir kuvvetten veya aşağılık duygusu nedeniyle kendini üstün göstermek isteyişinden doğabilir. İnsanlar ilimleriyle, soy ve asaletleriyle, güzellik ve şöhretleriyle, makam ve iktidarlarıyla, zenginlik ve servetleri sebebiyle kibirlenebilirler." ( Peker, Din ve Ahlak Eğitiminin Psikolojik ve Metodik Esasları, s. 154-155)

Kur’an anlayışında, kişinin fıtri vasıflarıyla böbürlenmesi, tipik kâfir niteliklerinden biridir. Yani kâfir, insanları küçümseyen ve kendisiyle övünen birisidir. Dolaysıyla kibir, küfür olgusuna esas olarak Kur’an’da böbürlenen küstahın olumsuz vasıfları arasında yer alır. Kendilerini büyük görenler imanı kabul edemezler; imanı kabul etmeyenlerin yaptığı da kendilerini büyük görmekten başka şey değildir. (İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 229-231). Nitekim büyüklenen bireyde Allah’tan bağımsız güç ve iktidara sahip olduğu duygusu vardır. Bu inançlarından dolayı iman etmezler. İnsanın kendini tanıması, fazîlet ve acziyetini bilip o şekilde hareket edebilmesi bir erdemdir.

 

 

Yorum Ekle

İlk Yorumlayan Siz Olun!

YAZARIN SON 5 YAZISI

Tüm Yazıları

SON HABERLER

Boğaziçi Eğitim Derneği

Boğaziği Eğitim Derneği Kurumsal Web sitesi.

Boğaziçi Eğitim Derneği

İstiklal Mah. Hamikoğlu Sok. No:16
44320 Battalgazi / Malatya

Dernek Yazılımı: Medya İnternet™ - Dernek Sitesi Kulga © Tüm Hakları Saklıdır.