Hüseyin KUBAT

Hüseyin KUBAT

ŞEHİDLİK VE GAZİLİK ÜZERİNE

09 Eylül 2024 13:52 Boğaziçi Eğitim Derneği 165

Şehit ve gazi kavramlarını tam anlamak ve anlamlandirmak için Cihâd kavramının tanımını bilmek lâzımdır.

Cihad Arapça’da “güç ve gayret sarfetmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmak” mânasındaki cehd kökünden türeyen cihad, İslâmî literatürde “dinî emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek” şeklindeki genel ve kapsamlı anlamı yanında fıkıh terimi olarak daha çok müslüman olmayanlarla savaş, tasavvufta ise nefs-i emmâreyi yenme çabası için kullanılmıştır. Cihad Kur’ân-ı Kerîm’de isim olarak dört, bundan türeyen fiil şeklinde yirmi dört yerde geçmektedir; “cihad eden” anlamındaki mücahid ise iki âyette zikredilmiştir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “chd” md.). Bu âyetlerin bir kısmında (meselâ bk. et-Tevbe 9/41, 44, 81, 86) cihad kelimesinden doğrudan savaşın kastedildiği anlaşılmakta, bir kısmında da cihad “Allah’ın rızâsına uygun bir şekilde yaşama çabası” şeklinde özetlenebilecek olan genel anlamıyla geçmektedir. ( TDV İslâm Ansiklopedisi)

 Genel anlamda cihaddan ve faziletinden bahseden hadisler yanında kime karşı ve nasıl cihad yapılacağına dair çeşitli hadisler de vardır. “Mücahid nefsiyle cihad edendir” (Tirmizî, “Feżâʾilü’l-cihâd”, 2); “Mümin kılıcı ve diliyle cihad eder” (Müsned, III, 456); “Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dillerinizle cihad edin” (Müsned, III, 124; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 17); “Cihadın en faziletlisi zalim sultanın yanında hakkı söylemektir” (Ebû Dâvûd, “Melâḥim”, 17; Tirmizî, “Fiten”, 13). Buna göre cihad, hayatın gayesi olarak Allah’a kulluk etmek, Allah ve resulünün koyduğu ölçülerin fert ve toplum hayatına uygulanmasına çalışmaktan İslâm’ı diğer insanlara tebliğe, İslâm ülkesini ve müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunma ve bu konuda gerektiğinde savaşmaya kadar kapsamlı bir anlam taşımakta; kalp, dil, el ve silâh gibi beşerî aksiyonun ortaya konulduğu her vasıta ile yapılabilmektedir.

Cihad, müslümanın Allah’a kulluk ve onun rızâsını temin için İslâm esaslarını öğrenme, öğretme, ferdî ve içtimaî planda yaşama, yaşanmasına çalışma, İslâm’ı tebliğ ve bu hususlarda içte ve dışta karşılaşacağı engelleri aşma konusunda içinde bulunması gereken şuurlu ve sürekli gayret ve aksiyon halini ifade eder. “Bizim -rızâmıza ulaşmak için uğrumuzda cihad edenlere elbette bize ulaştıracak yollarımızı göstereceğiz” (Ankebût 29/69) ve, “Allah uğrunda Allah’ın rızâsına ulaşmak uğrunda hakkıyla cihad edin” (Hac 22/78) meâlindeki âyetler cihadın bu kapsamlı anlamını içermektedir. Müslümanların bütün hayat ve faaliyetinin Allah rızâsını kazanmaya yönelik olması gerektiği ve bu anlamdaki bütün gayretler cihad kavramı içinde değerlendirildiğinden Allah rızâsına ulaşmak için başvurulan bir savaş da cihad sayılır.

“Şehid olmayı Yüce Allah’tan samimi olarak dileyen kimseyi, Allah, rahat yatağında vefat etse bile, şehidlerin derecesine eriştirir.” (Müslim, İmâre, 156, 157; Ebû Davud, İstigfâr, 26; Neseî, Cihâd, 36; ibn Mâce, Cihâd, 15). Bu hadisi şeritten de anlaşıldığı gibi şehadeti öncelikle istemek gerekir. Tabiiki şehâdet arzulayan kimse o minvalde bir yasam sürecektir. Bu uğurda mücadele edecek ve Allah’ın va’dine (Ankebût 29/69) ulaşacaktır. İnsanın niyeti ve gayreti hangi yönde ise ulaşacağı sonuçta aynı yönde olmaktadır. Bir sahabî, Peygamberimizin huzuruna gelerek, “Hem sevap hem de şöhret kazanmak için savaşan bir adam hakkında ne dersiniz? Böyle birisinin kazancı nedir?” diye sordu. Allah’ın Resûlü, “Hiçbir şey kazanamaz.” cevabını verdi. Ancak adam, sorusunu ısrarla üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Hiç şüphe yok ki Allah, sadece kendi rızasını kazanma niyetiyle yapılan samimi amelleri kabul eder.” buyurdu.  Nesâî, Cihâd, 24.

 İstilâ, sömürü ve tecavüz için yapılan savaşları tanımayan İslâm dini (bk. Bakara 2/205; Nisâ 4/94; Kasas 28/83; Şûrâ 42/41-42), savaşa ancak müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslâm’a ve İslâm ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla başvurulacağını hükme bağlamış ve meşrû gördüğü bu savaşı diğerlerinden ayırmak için de ona cihad adını vermiştir. Bunun yanında Kur’ân-ı Kerîm’in, müslümanların sadece en güzel şekilde tebliğ yapmakla mükellef olduklarını (Mâide 5/67; Nahl 16/125; Ankebût 29/46), birine dini kabul ettirmek için baskı yapılamayacağını ve baskı altında gerçekleşecek imanın geçersiz olduğunu açıkça belirten hükümlerini (Bakara 2/256; Yûnus 10/99; Kehf 18/29; Hucurât 49/14) göz ardı ederek cihadı gayri müslimleri zorla müslüman yapmanın bir vasıtası olarak takdim etmek ve, “Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah’tan âfiyet (esenlik ve barış) dileyin. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabredin ve bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır” (Buhârî, “Cihâd”, 112, 156; Müslim, “Cihâd”, 19-20) diyen rahmet peygamberini dünyaya savaş ilân etmiş gibi göstermek ilmî gerçekler yanında ahlâkî ölçülerle de bağdaşmaz.

Cihad kelimesi her zaman savaş anlamını ifade etmediği gibi pratikte savaşın mukaddes sayılması da hayat anlayışından kaynaklanmaktadır. Müslüman, Batı hayat anlayışına göre mukaddes sayılabilecek belki tek şey olan ibadeti bile gösteriş veya maddî menfaat maksadıyla yapar da Allah’ın rızâsını gözetmezse dine göre makbul sayılan bir iş yapmış olmaz, hatta bu durum onu şirke kadar götürebilir. Buna karşılık  mukaddes sayılmayan yeme, içme gibi tabii şeyleri, ilâhî bir emanet olan hayatın sürdürülmesi, sağlığın korunması ve dolayısıyla yaratanın rızâsına vesile olacak davranışlarda bulunmak amacıyla yaparsa bunlar dahi bir ibadet olur. Savaş da böyledir ve yalnız Allah rızâsı için yapılır (Muhammed Hamîdullah, s. 93-94).

Kısaca cihad, iman edip sâlih ameller işlemek, İslam’ı öğrenmek ve öğretmek, fitne ve fesadı önlemek, güven ve huzuru sağlamak, İslam toplumunun ve tüm insanlığın yararına olacak bilimsel çalışmalar yapmak, ticari ve ekonomik faaliyetlerde bulunmak, İslâm’ı öğrenmek, yaşamak başkalarına öğretmek, iyiliklerin yayılıp, kötülüklerin ortadan kalkması için çalışmak, nefsi kötülüklerden ve haramlardan alıkoymak, nefsin kötü arzularına ve şeytana karşı mücadele etmek ve gerektiğinde saldırgan düşmana karşı ülkesini, vatanını, maddi ve manevi değerlerini korumaktır. “Ebü’l-A‘ver Saîd İbni Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Malı uğrunda öldürülen şehittir; kanı uğrunda öldürülen şehittir; dini uğrunda öldürülen şehittir; ailesi uğrunda öldürülen şehittir.” (Ebû Dâvûd, Sünnet 29; Tirmizî, Diyât 21)

Cihad, ilayı kelimetullah (Allah’ın dininin yücelmesi) için yapılan tüm gayret ve çabadır. Buna göre Allah için yapılan her türlü gayret bu kapsamda değerlendirilir. Bu uğurda çalışıp çabalarken ölen kimse şehittir, bu uğurda yaralanan kimse ise gazidir. Burada kişinin niyeti ve amacı sonucu belirlemektedir. Niyetin ve amacın sahih olması sonucun şehâdet veya gazilik olmasını sağlayacaktır. Yani her savaşta ölen şehit, yaralanan da gazi değildir. Genel kabul bu şekilde olsada gerçek bu değildir. Savaşan herkes Allah yolunda değildir. Kişinin Allah yolunda olması için öncelikle niyetinin sâlih olması, ondan sonra yaptığının ilayı kelimetullah, Allah’ın dininin yücelmesi için ve yapılan işin de doğru olması gerekiyor.

Bir insan toplum yararına güzel ve faydalı şeyler ortaya koyabilir. Fakat niyeti Allah’ın rızâsı değil ise, başka hedef ve amaçlar için yapıyorsa -dünyalık menfaat, şöhret vb.gibi- bu cihad olarak degerlendirilmez. Dolayısıyla yapılan iş güzel ve faydalı olsa bile niyet Allah’ın dininin yücelmesi değilse bu cihad değildir. Burada yapılan işi farklı kılan niyet ve hedeflerdir. Dolayısıyla bu uğurda ölen şehit yaralanan da gazi olmaz. “Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih,  yönelik sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikahlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.” (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11). Yapılan işin güzel ve yararlı olması farklı cihad olması farklıdır. Eğer kişinin niyeti cihad ise ve bu uğurda ciddi bir şekilde çabalıyor ve gayretini bunun için harcıyorsa mutlaka iki sonuçtan  ( gazi ve şehid) birine ulaşacaktır. Fakat niyet ve hedefi başka bir şey ise nihayetinde ulaşacağı odur.

Demek ki, üniformalı olmak yani asker veya polis olmak, savunma ve güvenlik biriminde çalışmak; yapılan işin cihad olmasını gerektirmez. Aksi halde tarih boyunca yapılan savaşlarda ölenlerin hepsini şehit,  yaralananları da gazi olarak kabul etmek gerekirdi. Hâlbuki bunların bir kısmının belkide çoğunun niyet ve hedefi dünyalık menfaatlerdi. Buna göre önemli olan asker veya polis olmak, savunma ve güvenlik birimlerinde çalışmak değil, Allah yolunda olmaktır. Önemli olan insanlar tarafından şehit ve gazi olarak değerlendirilmek değil asıl önemli olan Allah tarafından şehit ve gazi olarak kabul edilmektir. İşte Mümin ile diğer insanları birbirinden ayıran en önemli fark budur. Birinin niyeti Allah’ın rızâsı,  diğerinin niyet ve hedefi dünyalık kazançlardır.  

O zaman şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şehitlik ve gazilik bir çabanın,  bir yaşamın sonucudur. Eğer kişi şehit gibi yaşıyor ve bunun gayretini gösteriyor, buna uygun bir hayat yaşıyorsa sonuç şehâdet veya gazilik olacaktır. İnsanlar yaşamlarında neyi önemsiyor, ne ile hemhal oluyorsa ona ulaşıyor. Bu anlamda senedi hakkında söz söylenmiş olsada anlam olarak doğru bir rivayet te bulunmaktadır. “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!..” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663). Bu anlamı destekleyen ayette bulunmaktadır. “İnsan için yalnız kendi çalıştığının karşılığı vardır. Çalışmasının karşılığı da yakında kendisine gösterilecektir.  Sonra ona emeğinin karşılığı tastamam ödenecektir!”( Necm:53 / 39-41). Buna göre insan için yaptığının karşılığı mutlaka vardır. İnsan ne için çalışmış ise sonuç ona göre olacaktır.

Şehâdet ve gazilik bir sonuçtur. Eğer yaşarken şehit ve gazi gibi yaşamışsa sonuç bu şekilde oluyor. Allah’ın kelimesinin yücelmesi için çalışan kişi hayatının her bölümünde bunun mücadelesini verir. Yoksa miskin bir şekilde yaşayıp, bu anlamda hiç bir gayreti ve hedefi olmayan kişinin böyle bir sonuçla karşılaşması mümkün olabilir mi? Böyle bir sonuç Allah’ın adaletine sığarmı?

Şehitler ölmez. Onlar diridirler. Ölen ve cennetteki makamını gören hiç bir Mümin dünyaya dönmek istemez. Ancak şehit dünyaya dönüp şehâdet anını defalarca yaşamak ister. “Cennete giden hiç kimse, yeniden dünyaya dönmeyi ve dünyalık adına herhangi bir şeyin kendisi için olmasını istemez. Şehit olan kimse bunun dışındadır. O, gördüğü o büyük mükâfattan ötürü, on defa daha (Allah yolunda) ölmek için dünyaya dönmeyi temenni eder / arzu eder.” (Buhari, Cihad, 21; Müslim, İmaret, 109-1877). İşte şehitlik bu kadar yüce bir makam. Böyle bir makama sadece temenni ile duayla ulaşılmaz. Bu yüce makam üstün bir gayretin ve çabanın sonucudur. “Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara. 154). “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilâkis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” (Ali İmran.169-170). Allah’ın ölü demeyiniz diyerek yücelttigi bir makam miskinlerin ulaşacağı bir makam değildir. Bilakis çalışkanların, sürekli bir cihadın, bir çabanın bir gayretin içinde olanların ulaşacağı bir makamıdır.

Yorum Ekle

İlk Yorumlayan Siz Olun!

YAZARIN SON 5 YAZISI

Tüm Yazıları
Boğaziçi Eğitim Derneği

Boğaziği Eğitim Derneği Kurumsal Web sitesi.

Boğaziçi Eğitim Derneği

İstiklal Mah. Hamikoğlu Sok. No:16
44320 Battalgazi / Malatya

Dernek Yazılımı: Medya İnternet™ - Dernek Sitesi Kulga © Tüm Hakları Saklıdır.