Keşke toprak olsaydık!
Yazarlık eğitimine yeni başlayan gençlerle farklı farklı yazı çalışmalarında bulunurum. Mesela boş bir kâğıt dağıtıp sadece bir kelime yazdırarak sayfayı doldurmalarını isterim: “Keşke…” Genellikle çok güzel, sıra dışı hikâyeler, anılar, denemeler, masalsı anlatımlar çıkar ortaya.
Keşke… Ne de sık kullanıyoruz bu kelimeyi, değil mi? Mesela şu an bu satırları yazarken bile bir yandan Haluk Levent’in “Keşke seni tanımamış / Keşke sevmemiş olsaydım” şarkısını mırıldanırken diğer yandan da tam bir paradoks olarak Cemal Süreya’nın mısraları geçiyor zihnimden:
hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
seninle geçen her anı bir ömre değiştim
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
son çırpınışımdın sen insanlar arasında
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
Evet, keşke ile bir cümle başlatsak devamını getirecek o kadar çok şeyimiz var ki… Keşke, kimi zaman geçmişte yapamadıklarımıza dair kimi zaman yapıp da pişman olduklarımıza dair ve kimi zaman da gelecekte yapmak istediklerimize dair…
Ama sanırım, kullandığımız keşke kalıpları daha çok yapıp edip pişman olduklarımıza dair, bireysel ve toplumsal hayata ilişkin. Keşke lisede daha çok çalışsaydım, keşke sınava daha iyi hazırlanıp şu bölümü kazansaydım, keşke şu mesleği elde etseydim gibi cümleleri günlük hayatta çevremizden çokça duymuyor muyuz?
Bunlar yine bireysel hatalar, bireysel keşkeler, bir de kurumsal/toplumsal olanları var, daha acı, daha geniş kitlelere zarar veren keşkeler…
Mesela keşke yüzyıldır Kürt insanı haksız ve adaletsiz uygulamalarla boynu bükük, gönlü kırık, kaşları çatık bırakılmasaydı, kendileri birer ulus-devlet olmakla övünüp duran yirmi dolayında Arap, yedi sekiz Türk, üç dört Fars devleti, ya ümmetin yetimlerinden de bu hakkı esirgemeseydi ya da ulus-devlet olmak yerine birer İslam devleti olup bünyelerindeki farklı kavimlere hakkaniyetle muamele etmeyi tercih etselerdi.
Yine keşke kırk yıldır gücü elinde bulunduran farklı siyasi aktörler, FETÖ’ye her istediklerini verip Anadolu insanının, bir felaketin eşiğinden dönmesine yol açmasaydı, FETÖ nedeniyle yurdumun tertemiz insanlarının güven kaybından ötürü bütün cemaatlere mesafeli durmasına neden olmasaydı.
Ve yine keşke Filistin’de her geçen gün daha da vahşileşen ve neredeyse bir asırdır süregelen bu zulüm olmasa, binlerce insan hayatını, milyonlarca insan evini barkını, yurdunu kaybetmeseydi. İslam ümmetinin suskun, bitkin, çaresiz hâli, pek çoğu birer kukla olmak üzere iktidar koltuklarında oturanların tepkisizliği… Ya Lübnan, Suriye, Irak, Yemen, Çeçenistan, Bangladeş, Moro, birer yangın yerine dönen İslam coğrafyası…
Keşkeleri çoğaltmak mümkün. İlk âdem (insan) de yasaklanmış meyveyi yediğinde “Keşke yemeseydim” demiştir muhakkak. Yaratılıştan bu yana insanın doğasında var, hata yapmak, yanlış yapmak, günah işlemek, istenmeyen durumlara sebebiyet vermek, keşke dedirtecek eylemlerde bulunmak. Fakat yine insan fıtratı, yapılan yanlıştan pişmanlık duymayı da gerektirir. Sadece pişmanlık duymak da yetmez tabii ki. Peşi sıra hatada ısrar etmemek, hatasını telafi etmeye çalışmak, doğru adımlar atmaya başlamak…
Biz âdemoğluyuz, insanız. Birey, kurum veya devlet olarak keşke yapmasaydım dediğimiz şeyler de olacak, keşke yapsaydım dediğimiz şeyler de. Asıl bundan sonrası önem arz ediyor. Şeytanî sese kulak verip İblis gibi, bir şekilde, hatalarımıza mantıksal bahaneler bulup yanlışta ısrar mı edeceğiz, yoksa atamız Âdem gibi hakikaten pişmanlık duyup bir daha o hatayı işlememek üzere af mı dileyeceğiz, hatalarımızdan ders çıkarıp ileriye dönük adımlarımızı daha temkinli mi atacağız, hâlâ elimizde bir şans varken.
Evet, hâlâ elimizde bir şans varken diyorum, maazallah, kendimize çekidüzen vermeyip son keşkeye kalırsak eğer, ne pişmanlığımız fayda eder ne de ikinci bir şansımız olur:
“Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün insan, önceden yaptıklarına bakacak ve inkâr edenler: ‘Keşke toprak olsaydım!’ diyecektir.” (Nebe-40).