Ramazan KAYAN
KESKİN BİR HOCA, KERİM BİR YÜREK
Dünya gözü ile kendisi ile son görüşmemdi. Şu gerçeği dile getirmişti:
‘’Ölüm güzel şey, iyi ki ölüm var.’’ demişti. Araya girdim konuyu değiştirdim. İkimiz de sustuk… Belli ki ölümü özlemişti. Zaten o ölümle hep barışıktı… Yorgun yürek, dünya yükünden kurtulmak istiyordu… Kimseye yük olmak istemiyordu… Evladına bile…
Son duası da kabul olmuş, Malatya'ya sığmayan bu toprakların yiğit evladı şimdi bir tabuta sığmıştı…
Kimden mi bahsediyorum?
Adaşım, yoldaşım, gardaşım, Ramazan Keskin hocamdan… Aynı köyün pınarlarından su içmiştik, aynı okullarda dirsek çürütmüştük, aynı fakültede kavgalara dalmıştık, aynı kurumda görev yapmıştık, aynı davaya birlikte omuz vermiştik, aynı koğuşta beraberce volta atmıştık, Arafat'ta aynı yıl vakfeye durmuş, yakarışlarımızı Rabbimize arz etmiştik… Aynı seferde ayaklarımız tozlanmış, tenimiz terlemişti… Birlikte yoğrulduk, birlikte yorulduk…
Aynı kaderi paylaştık diyebilirim… Ruh ikizim desem, abartı yapmış olur muyum, bilmiyorum?
Öylesine aynılaşmıştık ki 28 Şubat'ın makus günlerinde ikimiz de aranıyoruz… Kartel medyasından bir gazete boy boy resimlerimizi ifşa ederken, benim resmimin altına Ramazan Keskin onun resminin altına da Ramazan Kayan yazmışlardı…
Evet hep aynı akideyi, aynı aşkı, aynı aksiyonu, aynı adanmışlığı yüklendik… Aynı cendereden geçtik…
Onda hep kendimi buldum… Aynamdı… Abimdi…
Bu kadar benzerliğimize rağmen o benzersizdi… O ilmiyle, cesaretiyle, cömertliği ve mertliği ile hep öndeydi…
Şimdi yarım asırlık bir dostu hangi kelimelerle, nasıl cümlelere dökebilirim? Biliyorum onun hikâyesi satırlara sığmaz…
O zor zamanların hocasıydı…
Celal ismi Şerifi'nin mazhariyetine naildi…
Yüreği volkan yeriydi… Öfkesi de yerinde ve güzeldi…
Sinirleri alınmış Müslümanlara inat sinirliydi ancak sınırını bilirdi… Ona sert diyenlerin şunu göz ardı etmemeleri gerekir; ondaki sertlik, mertlik ve netlik içeriyordu…
Kumaşı sağlamdı, darbeler, çileler ona diz çöktürmedi… İmanın asaleti, İslam'ın heybeti, ilmin izzeti onda tecelli etmişti… Bundan dolayı olsa gerek, çoğu zaman yalnızdı, yalındı, asla yalakalık, yağcılık, yamukluk yapmadı… Yalnız da kalsa yürüyüşünden kopmadı…
Kimi öncü şahsiyetler vardır ki, hiçbir cemaatin, tarikatın, grubun, mezhebin, partinin, meşrebin, örgütün kalıplarına sığmaz… İşte Keskin Hoca bunlardan biriydi…
O resmi kurumların kalıp ve kanunlarına sığacak biri de değildi… Bunu denedi ama yürümedi…
Özgür yüreği, özgün iradesi ile hep gürledi ve kükredi… Coşkulu ruh hali, çağlayan misali mesajları ile toplumsal uyanışın öznesi oldu…
Zindan duvarları bile sesini kısamadı… Cezaevinde bize cuma namazı kıldırırken duvarları aşan haykırışı diğer koğuşlarda makes buluyordu…
Yenilerin dili ile o bir fenomendi… Akademik çalışmalarda tez konusu olacaktır… İnanıyorum onun ölümü de hayatı gibi İslam'a hizmet edecektir… Çünkü bu sevda ölümle bitmez…
Ekilen tohumlar, çekilen çileler, ödenen bedeller zay olmaz… Rabbim bereketini gösterecektir…
O fanilere tenezzül etmedi, yüzsuyu dökmedi, sade yaşamından ödün vermedi… Ondan geriye bir ceket ve bir kütüphane kaldı…
Yakinen tanıyan biri olarak söylüyorum, o Ramazan Keskin olmaktan öte Ramazan Kerim idi… Cebindeki son kuruşa kadar cömertçe harcayan biriydi… Gençlik yıllarımızda evinde yatılı kaldığımız bir gece, aynı gece yan oda da yenge hanım doğum yaparken o misafirlerini ağırlıyordu… Ben şahidim o kendi için yaşamadı hep ötekiler için yaşadı… Yaşamak için yaşamadı, yaşatmak için yaşadı…
Delikanlıydı, dava delisiydi… Yeterince anlaşılmadı… Giderayak bize sitem etti… Beydağı'nın tepesine gömülmeyi vasiyet etti…
Yeni bir hicri yılın başında Rabbine hicret etti… Muharrem ayında gönlümüze yeni bir matem, derin bir hüzün, keskin bir hicran düştü…
Oğlu Davut'un cenaze namazında dile getirdiği, hocanın vasiyetindeki şu cümle bize çok şey söylüyordu:
‘’Riyazüs- Salihin’’ hadis kitabının çokça okunmasını öneriyordu.
Rabbim makamını âli, menzilini mübarek kılsın…