
Ramazan ÖZEN
BİREYSELLEŞME
- ramazanozen4402@gmail.com
BİREYSELLEŞME
İnsan sosyal bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu sosyallik, sadece sohbet edip eğlenmeyi değil, dayanışma, paylaşma ve sorunları birlikte çözmeyi de sağlamaktadır. Böylece insanlar arasında daha sıcak bağların oluşması sağlanmış olur. Dertleri, sevinçleri paylaştıkları gibi ihtiyaçlarını gidermek için de birbirlerine destek olurlar. Bu şekilde insanlar daha mutlu olurlar.
İnsanların birlikte yaşamaları, insanı sömürmek isteyen kapitalist zihniyetin işine gelmemektedir. Çünkü kapitalist zihniyete göre, insanlar ne kadar yalnız olurlarsa o kadar kolay sömürebileceklerdir. Bu nedenle emperyalistler, insanları daha iyi sömürmek için onları bireyselleştirmek için çabalamaktadırlar. Nasıl ki yemek yerken büyük parçalar önce çiğnenerek küçük parçalara ayrılıp daha sonra yutuluyorsa, sömürgeciler de insanları, belli bir plan ve program dâhilinde önce küçük gruplara böldüler, daha sonra bu grupları da daha küçük gruplara böldüler ve en sonunda da bireyselleştirip daha kolay sömürdüler.
İnsanlara, ne kadar tek kalırsa o kadar özgür ve mutlu olacaklarını iddia ederek insanları yalnızlaştırmak için bütün yolları denediler ve başarılı da oldular.
Bireyselleşme, bir insanın her şart ve durumda sadece kendi menfaatini, kendi ihtiyaçlarını düşünmesi; kendisinin dışında hiç kimseyi düşünmemesidir.
Batıda, sanayi devriminden sonra başlayan süreçte, yeni pazarlar ve hammadde elde etmek için arayışlara girildi. En ucuz hammadde elde etmenin yolu ise sömürmekten geçiyordu. Bu sömürüye engel ise büyük devletler olan imparatorluklardı. Bu nedenle önce imparatorlukları bölmeleri gerekiyordu.
İmparatorluklar sadece toprak olarak büyük alanları kaplayan devletler değildi. İmparatorlukların en önemli özelliği birçok ulustan oluştuğu için, birçok inanç ve kültür de bir arada yaşayabiliyordu, karşılıklı kültür alışverişi de sağlanabiliyordu. Birlikte hareket ettikleri için de büyük bir güç olarak duruyorlardı. Bu güçlü devlet yapısı sömürgecilerin işine gelmiyordu, bunların bölünmesi gerekiyordu.
Fransız Devrimi’nden sonra artık imparatorlukların yerine ulus devletlerin kurulması için çalışmalar başlandı. Özellikle imparatorlukların parçalanması için halklar kışkırtılmaya başlandı. İmparatorluklar yıkıldı, ulus devletler kuruldu. Kurulan ulus devletlerin büyük çoğunluğu sömürgeciler tarafından sömürüldü ve sömürülmeye de devam edilmekteler. Özellikle birçok yerde sınırlar suni olarak cetvellerle çizildi. Çizilen bu sınırlar sadece toprak parçalarını birbirinden ayırmıyordu, bu sınırlar aynı zamanda insanların kalplerini de birbirinden uzaklaştırıyordu.
Ulus devletlerden sonra, ulusun içinde de binlerce yıl bir arada barış içinde yaşayan halklar birbirine düşman edilmeye başlandı. Aynı devletin sınırları içindeki etnik yapılar, mezhepler birbirlerine düşman ettirilmeye çalışıldı. Böylece devletler zayıflatılıp sömürülmeye devam edildi.
Bir sonraki adımda aile yapılarına yöneldiler. Önce aileleri, geniş aile ve çekirdek aile olarak ayrıştırdılar. Çekirdek ailenin ideal aile olduğu bilinci verilmeye başlandı. Bu şekilde akrabalarla, komşularla olan bağlar da zayıflatılmaya başlandı. Belli bir süre bu sömürü devam etti. Ama artık yeni bir sömürü alanı oluşturulmalıydı. Çünkü aile ortamı birlik ve beraberliğin olduğu ortamlardı, sömürebilmek için birlik ve beraberlik olmamalıydı. Aile bireyleri aynı ortamı paylaştıklarından dolayı birbirlerine destek olabiliyorlardı. Şayet her birey ayrı ayrı yaşarsa daha fazla ihtiyaçları olacak ve daha fazla sömürebileceklerdi. Bunun için aile yapısını da bozdular. Gençler ergenlik dönemine gelince aileden ayrı bir evde yaşamak, sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamak gibi fikirlere kaymaya başladılar. Artık sadece kendileri için çalışacaklardı, bütün ilgileri kendileri üzerine çekeceklerdi, kendi süsleri, kıyafetleri, eğlenceleri üzerine yoğunlaşacaklardı. Onlar için hayat sadece kendi etrafında dönmeliydi. Başkası, kim olursa olsun kendisini ilgilendirmeyecekti artık.
Sömürgeciler durmadılar, işi daha da ileri götürdüler. O kadar ileri gittiler ki önce gıdaların fıtratını bozdular, sonra da insanların fıtratlarıyla oynamaya başladılar. Artık insanlar için cinsiyet diye bir kavramın çok da önemli olmadığı sapkın yaşantılar özgürlük adı altında dayatılmaya başlandı.
Böylece kendi fıtratını, kendi kimliğini, kendi değer yargılarını kaybeden insanlar, kendilerine yabancılaşıyorlardı ve bunlar daha fazla kullanılmaya müsait oluyorlardı. Adeta programlanmış robotlar gibi, sosyal medyada ne emrediyorlarsa onu yaptırmaya başladılar.
Netice ne oldu? Neticede insanlar birbirine yabancılaştılar. Birbirlerinin derdiyle dertlenmez oldular. Bireyselleşme bilincimize o kadar işledi ki artık yanı başımızda yanan ateşler yüreklerimize işlemez oldu. O kadar duyarsızlaştık ki, yanan ateşleri söndürmek yerine, o ateşlerle ısınmaya başladık. Televizyonlarda işlenen katliamları adeta bir film izler gibi izlemeye başladık. Kendi rahatımızın bozulmaması için başka hiç kimsenin derdi ile dertlenmemeye başladık. Bu insanları mutlu etti mi? Tabi ki hayır.
Topluma baktığımızda özgür birey olduğunu söyleyen nice insanlar var, ama arka plana baktığımızda, parçalanmış aileler, sokakta kalan çocuklar, uyuşturucu, kumar, fuhuş bataklığına batmış nice insanlar görmekteyiz. Suç örgütleri o kadar çoğaldı ki artık bariz olarak ortalıkta gezmekteler. On beş-on sekiz yaşlarındaki gençler suç makinelerine dönmekteler. Her gün çok basit nedenlerden dolayı nice ocaklar sönebilmekte.
Bu bireyselleşme hastalığı bir virüs gibi her tarafa yayıldı. Bütün insanları mutlaka bir şekilde etkiledi ve bütün insanları bir şekilde mutsuz etmeye başladı.
Biz şunu unuttuk galiba: Mutluluğumuz, diğer insanların mutluluklarına bağlı. Bir insan tek başına mutlu olamıyor, mutlu olduğunda o mutluluğunu paylaşacağı, kendi mutluluğuyla mutlu olacak insanlara ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle mutluluk, bireysellikle sağlanmıyor.
Çare tekrar bir olabilmenin yollarını aramaktan geçmektedir. Yüreğimizde kardeşlerimize de yer açabilmekten geçmektedir. Aslında yüreğimiz dünyadaki bütün insanların sevgisini içine alabilecek kadar geniştir. Yeter ki sınır çizmeyelim. Tekrar bir vücudun azaları gibi olduğumuzun bilincine varırsak bu bireyselleşme hastalığından kurtulabiliriz.