Zehra Betül
DÜNYA DÖNÜYOR BİZ KOŞUYORUZ
Koşmak ama yetişememek, ciğerlerin acıyana kadar, soluk soluğa kalmak tam da günümüz insanını anlatıyor. Her daim bir telaş içindeyiz. Meşguliyetler, gereksiz işler, hepsi iç içe… Hiçbir şeye tanıklığımız yok. Bedenimiz gibi duygularımız da mekanikleşmiş. Yaşıyoruz ama içselleştiremiyoruz. Konuşuyoruz ama eleştirdiğimiz tüm tespitlerin temsilcisi olduğumuzu idrak edemiyoruz. Dayanaklılığımız gidiyor, önüne katan sürüklüyor bizi, duramıyoruz, telaşımız hareket enerjimiz oluyor.
Günler mevsimlere karışırken akıp gidiyor elimizden, hiçbir şeye tanıklığımız yok. Kendi hızımızda dönüp duruyoruz. Durduğumuzda ise, o da kazara, yığılıveriyoruz olduğumuz yere. Her şey değişmiş, çocuklar büyümüş, ebeveynlerimiz hayata gözlerini yummuş, daha da önemlisi telaşla geçen zaman saçlarımızı ağartmış, bizi yaşlandırmış. Sanki yıllarca yoğun bakımda kalmış da yeni uyanmış gibiyiz.
Bu kadar mı yabancıyız kendi hayatımıza dediğinizi duyar gibiyim. Sakince oturup bu konuda biraz tefekkür ettiğinizde sanırım siz de bana hak vereceksiniz. Sizin de farkına varacağınız gibi bu kadar da yabancı kalıyoruz iç benliğimize. Boğuyoruz telaşımızla içimizdeki beni, o kadar gürültü çıkarıyoruz ki değil başkasını, kendimizi bile duyamıyoruz.
Bu kadar yoğunluğun üstüne geriye mekanikleşmiş insanî duygulardan uzaklaşmış bir ben kalıyor.
Kendimizi duymadığımız gibi en yakınımız olan eşimizi ve çocuklarımızı da duyamıyoruz. Eskiden insanlar gereksiz konuşmaz, hal ve tavırlardan pay çıkartırmış.
Kendimizi bile görmediğimiz bu zamanda çevremizdeki insanların tavırlarını nasıl değerlendireceğiz ki onların gönüllerine dokunmayı başaralım. İhmal ediyoruz ama önce kendimizi. Kendine yetmeyen başkasına yetişebilir mi ki!..
Gereksiz yanlarımızı besliyoruz, egomuzu ben ben ben… Madde ile ilişkimiz fersah fersah mana ile ilişkimizin önüne geçmiş durumda. Ruhumuz ve kalbimiz yetişemedi dünya telaşımıza, bu yüzden yorgunluğumuz hiç bitmiyor, telaşımız fabrikada ambalaj paketleyen işçiler gibi.
Bir düşünün, bu yaz kendinize ne kadar zaman ayırdınız. Çocukların sınavıydı, torunların doğumuydu, düğünlerdi, hadi bir de köye gidelim derken koca yazı bitirdik. Kaç defa sükûnet ile bir kitap elimize alıp okurken kaybolduk sayfalar arasında, bilmiyorum. Bir yere, bir ağacın gölgesine oturup da bu yılı nasıl geçirdim, ne kaldı elimde diye muhasebe yapmak lazım belki de. Kendimize zaman ayırmadığımız gibi yakın çevremizdeki insanlara da zaman ayırmıyoruz. Eş ve çocuklarımıza emanet bilinci ile davranmıyoruz. Emanete ihanetin münafıklık belirtisi olması ürkütmüyor kalbimizi.
Merhamet edelim kendimize, belki de en çok bizim ihtiyacımız var. Telaşımızdan sıyrılsak sakinleşeceğiz. Dursak durulacağız, berrak bir zihinle daha faydalı olacağız kendimize ve çevremizdeki insanlara. Yunus Emre’nin de dediği gibi “Bir ben var bende benden içeri”. Lütfen içimizdeki beni dinleyelim. Telaşımız bizi kendimize yabancılaştırmasın. Bizi Allah’a kul olmaya çağıran, ahlaklı olmaya davet eden, insan kalmaya zorlayan iç sesimizi duyalım.
Yoksa diğer türlü dünyalık peşinde koşuştururken yakaladığımız tek şey ölümümüz olacaktır.